top of page

SERÇEYİ ÖLDÜRMEK 71. BÖLÜM

  • Yazarın fotoğrafı: Dilan Durmaz
    Dilan Durmaz
  • 11 Ara 2024
  • 30 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 27 Ara 2024

Dünya üzerinde en kıymet bilen kişiler hiç sahip olmadığı şeyi elde eden insanlar değil, kaybettiğini yeniden bulan insanlardı bana göre. Benim ailem hiç olmasa ve şimdi kurduğum aile, ilk ailem olsaydı şimdiki kadar kıymetini bilemezdim. Benim zamanında çok güzel bir ailem vardı, ben onları kaybetmiştim, büyümüştüm, kendi ailemi kurmuştum ve bir insan sahip olduğu şeye ne kadar kıymet verebilirse, bunun üst noktası neresiyse o noktadaydım. 

Ben şükretmeyi bilmiyordum. Ailemi kurunca nasıl şükretmem gerektiğimi öğrenmiştim. 

Elimdeki telefonu sehpanın üzerine bıraktım. Başımı iki yana sallayarak geriye yaslandım. Herkes beni kandırdığını sanıyordu. İşin doğrusu kanmış gibi yapıyordum. Çünkü bazen plana sadık kalmak gerekirdi. 

Yarın doğum günümdü, haftalar önce sözde doğum günümden bağımsız olarak bu gece için toplu bir akşam yemeği yeneceği üzerine bir plan yapılmıştı. Aslında başta sahiden anlamamıştım ama çok belli ettiklerini farkında değillerdi. Mesela herkes birer birer arayıp gelemeyeceğini söylüyordu. Ne tesadüf ki herkesin işi çıkmıştı. Sürpriz yapacaklardı, farkındaydım artık. Bu kadar belli etmeseler sahiden anlamayacaktım ama artık çok geçti. Yine de anlamamış gibi yapmak, ortaya çıktığında o an anlamış gibi coşkuyla karşılamak en doğrusuydu. 

Çünkü iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir yenge ve iyi bir arkadaş olmak bunu gerektirirdi...

Telefonum susmamaya yemin etmiş gibi yeniden çaldı. Sevgilim arıyor... Bu kadar acemi davranmayacaklardı değil mi? Fetih de bir bahane üretip ben geç geleceğim yarın demeyecekti? Çünkü derse koca bir kahkahanın önüne geçemeyecektim. Fetih eve geç kalmazdı. Elimi artık belirginleşmiş karnıma bastırdım. Fetih kesinlikle eve geç kalmazdı. Bu onun için bir ihtimal bile olamazdı. 

Elim karnımda, bu Fetih beni her aradığında istemsizce yaptığım bir topraklama gibiydi, kızıma baban arıyor demekti galiba, açtım telefonu. 

"Fetih." 

"Efsun." 

Gözlerim yatağında uyuyan Eros'a kaydı. Beni izleye izleye uyuyakalmıştı. Minik kahvaltılık gevreğimiz artık biraz daha büyümüştü. Şeftali'nin yatağına sığmıyordu mesela, istese de yatamıyordu orada. Kendi yatağına alışmıştı ama minik bir sorun vardı bu kez Şeftali, Eros'un yatağına göz dikmişti. Evimizin yeni kavga konusu buydu. 

"Efendim." 

"Benim güzel karım," duraksadı. Bazı cümleler artık daha uzundu. "ve kızım ne yapıyor?" 

"Kahvaltı ettik." dedim. 

"Aferin size." 

"Bahçeyi suladık biraz." 

"Başka?" 

"Karabaş'la sohbet ettik biraz." 

"Başka?" 

"Eros'la, Şeftali'nin kavgasını ayırdık." 

"Yine mi?" dedi bıkkınlıkla. 

"Bizden daha çok kavga ediyorlar." dedim. Bunun nasıl başarmışlardı bilmiyordum ama bizim tartışmamıza fırsat vermiyorlardı. Gerçi biz tartışmıyorduk, ben tartışıyordum. Evet tek başına. Fetih'le kavga ediyordum. Karşılık almıyordum. Kendi kendime sinirleniyordum sonra sakinleşiyordum. Tek taraflı bir savaş içindeydim. Bazen saçlarını tek tek yolasım geliyordu hatta. "Fikrini savun kavga edeceğiz!" diye çırpınıyordum adeta ama yok olmuyordu. Lakin şu da bir gerçekti ki Fetih'le kuvvetli bir kavgaya tutuşsak ikinci dakikasında ağlamaya başlardım. Tutamazdım kendimi. Evet ben... Değil. Kızım. Beni en çirkefleşeceğim ve üste çıkacağım anlarda ağlatıyordu. Fetih bana karşılık vermeyince ağlayacağım bir konu da olmuyordu neyse ki. 

"Bizden değil de... Senden des..."

"Efendim anlamadım?" 

"Seni çok özledim." 

Gülümsedim, koltukta kaydı bedenim ama "Daha kaç saat oldu işe gideli, abartma?" dedim inadına. Söylemesem tadı damağımda kalırdı bu hissin. 

"Söylesen Efsun bir on yıl oldu mu görüşmeyeli?" dedi yine abartıyla. Zaten senelerdir bizim sevişmelerimiz ve görüşmelerimizin üzerinden muhakkak bir on yıl geçiyordu. 

"Abartma makinesi. Basıyorsun abartıyor." 

"Ya kızım," başımı koltuğa bastırdım ve gözlerim kapalı gülümsedim. 

İşte bu seslenişi kimseyle paylaşmak istemiyordum. Kızım değil, ya kızım kısmını hiç ama hiç kimseye vermesem olur muydu? Ya söylerse peki? Söylemeseydi. 

"Burada dört saatin ederi on yıl diyorum, bir dört saate daha nasıl katlanacağım bilmiyorum diyorum sen neysen bahsediyorsun ya? Bu böyle olmaz hanım, bu böyle olmaz." dedi sitemle. Hanım kelimesi içimi kıpır kıpır etti bıkmadan usanmadan. 

"Ben o kadar iyi bir eşim ki çalışıp para kazan diye senin aklını çelecek romantizme girmiyorum."

"Teşekkür ederim." 

"Romantizme girmediğim için mi?" 

"Eşim olduğun için Efsun." 

Tamam... Bu daha makuldü. Daha güzel ve daha oturaklı. Elimi karnımdaki çıkıntıya bastırdım yeniden. Fetih'in kızına da zamanı gelince teşekkür edeceğini biliyordum. Teşekkür ederim diyecekti, benim güzel kızım olduğun için. Belki kızımız babasının ne demek istediğini anlamayacaktı ama ben biliyordum. Fetih ona gelen her güzellik için teşekkür ediyordu hem o kişiye hem de Allah'a. Şükretmekti bu bir yerde. Hiç olmadık anlarda teşekkürlerinin sebebi buydu. Kendime hatırlatıyorum zaman zaman demişti. 

"Fetiih." 

"Efendim sevgilim." 

"Az önce Burcu da aradı ve gelemeyeceğini söyledi. Şaka gibi ama o upuzun masada sadece senle ben kaldık galiba." hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi davranmaya Fetih'le devam ettim. Biraz sitemli ve biraz da üzgündüm. Ki yarınki sürprizi anlamasam ve bu kadar ekilseydim şimdi çok daha üzülmüş halde olurdum. Çünkü ben çok tabaklı masaları kurmayı çok seviyordum ama herkesin iş koşuşturmasında olduğu bir hayatta o çok tabaklı masaları kurmak nadir mümkün oluyordu. 

"Sebep." 

"İşte yarın bilmem ne tezi yetiştirip hocasına atması gerekiyormuş, yetişmiyormuş, uyumuyormuş bile. Meltem teyzeleri de zaten biliyorsun sabah aradılar."

"Bunlar bizimle alay mı ediyor?" Fetih'in az önceki bana kur yapan sesi dağıldı ve bir ip gibi gerildi. "Bir kendileri mi çalışıyor? Haftalar önce ayarladık, seni heveslendirdiler. Hepsi tek tek bir bahane buluyor. Gelmek istemiyorlarsa en başından geleceğiz demeselerdi." 

Acemice bir hamle beklediğim adamın sesi korkutucu bir şekilde tüm huzurumu kaçırdı ve yattığım koltukta oturur pozisyona geçtim. Fetih'in hiçbir şeyden haberi yok muydu? Ya da...

"Yani bahane değil aslında ama..." demek istedim ve umutla devam ettirecek gibi oldum şu inanmış tavrımı ama kestirip attı. Gerçekten sinirlendiğinde yaptığı gibi. 

"Bahane Efsun. Bahane. Gelmek isteyen çıkar gelir. Çağırmayacağız bir daha kimseyi. Böyle iş mi olur?" 

"Hayır, öyle deme. Yani çağırmamak olur mu?" 

"Olur!" dedi tepkiyle. "Sen haftalardır yarını iple çekiyorsun. Herkes çalıştığı yeri kurtaracak herhalde, şu tavırlara bak. Senden kıymetli mi? Hamilesin, bir şeye heveslenmişsin. Yok ben bundan sonra eve bir bardak su içmeye bile çağırmayacağım." 

Ya da... Tarihe baktım yeniden. Kalbim hızlandı adeta. Evet yarın benim doğum günümdü işte. Unutmuşlar mıydı? Unutmamaları lazımdı ama. Ben herkesin doğum gününü itinayla kutluyordum. Bir karşılık beklediğimden değildi elbet ama ben bir kere doğmuştum, onu hatırlamazlar mıydı? 

"Tamam... Boş ver, her neyse. Yapacak bir şey yok." dedim tutuk bir sesle. Unutmuşlar mıydı? Yeniden tarihe baktım. Herkes mi? Tamam hayatın koşuşturması çok yorucuydu ama ben unutmazdım ki. "Biz peki?" dedim sadece. Fetih unutmazdı en azından. "Dışarıda yiyelim istersen?" 

"Efsun dışarıda yemeye ara vermiştik hani." 

Başımdan aşağı dökülen kaynar suyla haşlandım. Yutkunamadım ama dudaklarım aralanırken titredi. Fetih unutmazdı değil mi? Hayatın koşuşturması her ne olursa olsun, hayat onu ne kadar yorarsa yorsun unutmazdı. Sınava hazırlandığım dönem elinde çiçeklerle gelip yanıma oturup 'seninle geçirdiğim vakit sensiz geçirdiğim vakti geçti' diyen bir adamdı. 

"Ama o tek seferlikti." dedim. 

"Günlerce yemek yiyemedin miden bulandığı için. İyi gelmiyor sana dışarıdan yemek. Senin canın ne istiyorsa ben sana hazırlarım, oturur evimizde yeriz. Gelmeyende..." duraksadı, söylemek istediğini ağzına gömdü. "paşa gönlü bilir. Bana karım yeter." 

"Yemek mi yeriz sadece?" kendimi tutamıyordum. Biraz daha hatırlamıyormuş gibi konuşursa yarın doğduğumu bağıracaktım. 

Kısa bir sessizlik girdi araya ve ben hatırladı sandım ama o bambaşka bir şey hayal etti. "Herkes en sevdiği tatlıyı yer." dedi. Elimi yüzüme örttüm. Hatırlamıyordu. Fetih bile hatırlamıyordu. Bıkmadan usanmadan tarihi kontrol ettim. Fetih'in hatırlamıyor oluşundan daha mantıklıydı benim tarihleri karıştırıyor oluşum. 

Evin hangi köşesinden çıktığını fark etmediğim Şeftali'yi takip etti gözlerim. Sulanmış gözlerim. Şeftali'nin bakışları yatağında usluca uyuyan Eros'un üzerindeydi. Kilitlenmiş hedefe doğru yürüyordu. Kuyruğunu kokladı önce sonra patisinin ucuyla dokundu. 

"Tamam Fetih." dedim sadece. 

"Neye tamam?" 

"Sonra konuşuruz." 

Şeftali ansızın Eros'un kuyruğunu ısırdığında korkuyla doğruldum. Yine kavga edeceklerdi. "Şeftali sakın!" diye seslendim. Uykusundan sıçrayarak uyandı Eros, bir an acının nereden geldiğini aradı. Şeftali'yi fark ettiğinde her zamanki gibi ona göre iri cüssesine rağmen bir şey yapamadı. Üstüne yürür gibi yapıyor ama Şeftali o kadar çirkefleşiyordu ki geri püskürtüyordu Eros'u. 

"Bırak yesinler birbirlerini." dedi Fetih umursamazca. 

"Görüşürüz Fetih." dedim ve kapattım telefonu. Kendi derdime yanmadan çocukların üstüne yürüdüm. Şeftali patilerini Eros'un yüzüne vuruyordu korkusuzca. Bu hayatta yalnızca elektrikli süpürgeden ve kafesinden çıkmış Karabaş'tan korkan Şeftali elbette eve yeni gelen köpeğimize her türlü zorbalığı yapıyor ve rahat vermiyordu. Ona aldığım yataklara rağmen Eros nerede uyuyorsa onu kaldırıp orada uyumak istiyordu. 

Eros çok hassas ve nahif bir köpekti. Bedeni günden güne büyüse de, bir çocuk gibi gelip benim koynuma sığınıyordu çoğu zaman. Şeftali'yi kendinden uzaklaştırmak için fiziksel güce sahipti ama bunu kullanmıyordu. Şeftali'yi seviyordu da zaten. Onun oyun arkadaşıydı. Tek sorun Eros daima ona karşı sevgi doluyken Şeftali istediğinde seviyordu Eros'u. Canı istediğinde tüylerini yalıyor, canı istediğinde üzerinde uyuyor ve canı isterse oyun oynuyordu. Şeftali'yi daha fazla dövmeden kucakladım. 

"Sana gerçekten artık çok kızacağım!" dedim yüzüne bakarken. "Çok kızacağım. Biz seni böyle mi büyüttük? Böyle kavgacı mı büyüttük?" 

Zeliha bu sorumu duyduğunda bir kez 'abim muhtemelen böyle büyüttü' demişti. Buna karşı çıkmıştım, belki de yanılıyordum. Kucağımda Şeftali merdivenleri tırmandım ve odamıza kadar vardım. Yatağa girdim omuzlarım düşmüşken ruhsal bir yorgunlukla. Kimse doğum günümü hatırlamıyordu galiba. Şeftali çok geçmeden sıkıldı yataktan ve çıktı gitti. Tahminimce Eros'u kovdu yatağından. Kapının önünde nefes sesleri duyduğumda kafamı çevirdim. Kuyruğunu sallayarak bana bakıyordu. "Gel annem." 

İzni aldıktan sonra hızla geldi yanıma, yorganı kaldırdım ve yerleşmesini bekledim. Karnıma yakın yerde konumlandırdı başını. Şeftali de Eros da hamile olduğumu anlamışlardı ve yanımda yatacaklarsa bu karnıma yakın yerlerde oluyordu. Tek patilerini karnımın üzerine koyuyorlardı bazen, kulaklarını dayıyorlardı. Benden çok duyuyorlardı kızımın sesini. Biliyordum. 

Eros'un beni izleyen yüzüne baktım. Yaklaşıp boynundan öptüm ve ilk ona dert yandım. "Galiba." dedim. Kesindi halbuki. "Doğum günümü unuttular." 

***

Hali hazırda sık sık rüya gören biri olmama rağmen hamilelik bunu daha çok arttırmıştı. Kestirdiğim minik uyku aralarında, çok yorgun olduğum gecelerde ya da uykuyla uyanıklık arasında sallandığım anlarda bile muhakkak bir şeyler görüyordum ama çoğunu unutuyordum. Rüyalarım sık, kısa ama gelip geçiciydi. Uyandığım birkaç saniye ancak bende kalabiliyordu. Bunu Fetih'le paylaştığımda belki de kızımız görüyordur demişti. Hatta daha da farklı bir yerden bakmış, belki de çok hayalperest olacak demişti. Hepsi ayrı ayrı bana mantıklı gelmişti işin doğrusu. 

Şimdi kıvrıldığım yatakta, telefonun sesiyle uyandığım uykumda ne görmüştüm hatırlamıyordum. Eros benden önce davrandı ve telefonumu dibime kadar bıraktı. Ekrana baktım uykulu gözlerle. Birkaç saniye anlamadım bile kimin aradığını. 

Osman Bey 

Bu benim için artık şaşırabileceğim bir arama değildi. Zaman zaman arar hatırımı sorardı. Bir şeye ihtiyacım olup olmadığını öğrenirdi. Bebeğimi sorardı bir de. Dedesi gibi. Gibi de fazlaydı kabul. Dedesi torununu sorardı. 

"Efendim." 

"Kızım." 

Duraksadım ama bir şey söylemedim. Bozmak istemedim. "Efsun." dedi sanki duraksayışımı izlemiş gibi. "Nasılsın?" 

"İyiyim Osman Bey, siz nasılsınız?" 

Oturur pozisyona geçtim ve Eros'un oyuncağını yakalayıp getirsin diye en ileri attım. "Allah razı olsun, iyiyiz şükür. Evde misin?"

"Evdeyim evet." 

"Kapıya çık o zaman bir şeyler gönderdim, içeri bıraksınlar. Sen taşıma ama onlar halleder." 

"Bir şeyler mi gönderdiniz?.." hızlı hızlı panduflarımı giydim. Seviyordum. Birinin bizim eve bir şeyler göndermesini çok seviyordum. Hoşuma gidiyordu elimde değildi. İnsanların akıllarına geliyorduk ve bize de kargoluyorlardı. Hamile olduğum duyulduktan sonra özellikle Fetih'in Türkiye'nin gelenine yayılmış akrabaları, iş yaptığı insanlar ve nicesi... Devamlı bir şeyler gönderiyorlardı ama özellikle akrabalardan gelenlerle aramda çok daha derin bir bağ vardı. 

"Niye zahmet ettiniz?" dedim koşmuyormuş gibi kapıya. 

"Ne zahmeti Efsun." 

İç kapı da dış kapı da birbirine eş değer şekilde açıldı ve bir tane yaşı büyük bir adam girdi içeri. Çok da kargocuya benzemiyordu. Ben almaya yeltendim ama izin vermedi. Mutfağa kadar bıraktı. Adamı teşekkürlerle evden uğurlarken "Çok teşekkür ederim tekrardan." dedim telefona. Bir an önce kapatıp torbaları açmak istiyordum. 

"Var mı benden istediğin bir şey?" 

"Yok sağ olun. Sizin var mı?" 

"Canınızın sağlığı." dedi. Bir dahakine ben de öyle demeliydim. Telefonu kapattım ve tek tek çıkarmaya başladım her şeyi. Turşu... O meşhur turşu. Tarifi bende olsa da şu an evde yapılmışı olsa da yine de tam verim alamadığım o lezzet... Hiç beklemeden açtım kapağı ve üstten birkaç yaprak lahana attım ağzıma. Salçaları, sosları, baharatları, yağları ve en son... En son pekmezi! Görür görmez ekşidi yüzüm. O koyu rengi bile o kadar çirkin geliyordu ki gözüme. Fetih bunu görürse, memleket damarı tutacak ve Urfa'dan gelmiş bir pekmeze taparcasına bana içirmeye çalışacaktı. Hem de her sabah. Hiç vakit kaybetmedim ve mutfağın en ücra köşesine sakladım. Atmadım çünkü artık ulaşabileceğim her şeye müthiş bir şükür duyuyordum. Başkasına verirdim, çöpe atmak olmazdı. Fetih görmesin yeterdi. 

Her şeyin tadına baka baka yerleştirdim mutfağıma. Ördekli fırın eldivenlerimin, ördekli çaydanlığımın olduğu güzel mutfağım. Ördekli çaydanlık bazen bana da absürt geliyordu, mutfağın tasarımını bozuyor gibi geliyordu ama atmaya kıyamıyordum. Hem... Fetih bile alışmıştı. Çay akarken ördeğin ağzının açıldığı ana eskisi gibi tepki vermiyordu. Fesuphanallah çekmiyordu. Normaldi onun gözünde artık. Bu mutfağın bir parçasıydı. Ördekli fırın eldivenleriyse... Mutfak onların bir parçasıydı zaten. 

Uykunun hemen ardından böyle bir işe düşmem bana uykunun öncesini unutturdu. En azından Fetih'in evden çıkmadan sıktığı meyve suyunu bardağa doldurup mutfak masasına oturana kadar unutmuştum. İçime yeniden derin bir üzüntü çöktü. Kimseye söylemeyecektim doğum günümü. Hatırlatmayacaktım yarın. Ertesi gün olacak, iş işten geçecekti öyle söyleyecektim. Vicdan azabı çekselerdi. Beni bu kadar üzüyorlarsa vicdan azabı çekselerdi. Yarını değil, ondan sonraki günü bekliyordum. 

Tüm bu sitemlerime karşılık, hissetmiş gibi çaldı telefonum. Zeliha'ydı görüntülü arıyordu. Kalbimin onunla denk attığını bilirdim zaten ama açtığım ekranda elinde minik, üstünde mum olan pastasıyla bana bakması pekiştiriyordu bu hissimi. Dudaklarım şaşkınca aralandı. Neredeyse telefon kayacaktı elimden. 

"ZELİHA!" 

"KİM DOĞMUŞ YARIN?!" 

Hatırlıyordu...

"Ben doğmuşum!" dedim dolu dolu. 

"İyi ki doğdun iyi ki doğdun iyi ki doğdun." 

Pastamı ekrana yaklaştırdı ve dilek dilemem için bekledi. Bu pastayı bana uzatan Zeliha'ydı ve bu dilek hakkı da onundu galiba. Ondan sebep içimden geçen dilek onun içindi. Lütfen Fetih kabullensin artık ve bu küslük son bulsun. 

Ben ekrana doğru üflediğimde Zeliha da muma üfledi ve mum söndü. Elindeki pastayı hızla bırakırken hemen alkışladı. Ben de kendimi. Ben durmayana kadar da o durmadı. "Pastayı yemeyeceğim şimdi canın çeker diye." dedi. 

"Hayır canım pasta çekmiyor." 

"Ama her an çekebilir." 

"Doğru..." hem çekerse Fetih'ten de isteyemezdim. Doğum günümü çağrıştırırdı ve hatırlardı maazallah. Hatırlatmayacaktım kesinlikle. 

"Nasılsın Efsun abla, iyi misiniz?" 

"İyiyiz." dedim. 

"Keyfin yerinde mi?"

"Yerinde." 

Değildi. Gözlerini küçültüp bana baktı. "Emin misin?" 

"Eminim. Az önce baban aradı, bir sürü şey göndermiş bize." 

"Haberim var. Abim evde değil mi?" 

Başımı iki yana salladığımda yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. "Gerçi benimki de soru. Olsa böyle konuşur muyduk?" 

"Ben konuşurdum." dedim. "Tabi sen konuşmuyorsun o ayrı." 

"Kaldıramayacağım hislerden uzak duruyorum diyelim. Bunu bana Emir öğretti biliyor musun?" 

Emir'in Zeliha üzerindeki etkileri fark edilmeyecek gibi değildi ama Zeliha'nın direkt olarak söylüyor oluşu farkındalığımı arttırıyordu. 

"Kaldıramayacağın his?" 

"Abimin seninle konuşmamı engelleyecek olmasının bende yaratacağı his." dedi gülümseyerek. Gülümsemese ağlayacaktı. Gülümsemeyi tercih ediyordu. Bunu da mı Emir öğretmişti acaba? 

"Abin seninle arama hiçbir koşulda giremeyeceğini bilir ve ona göre hareket eder Zeliha."

"Adımı bile anmana izin vermiyor bence evde." 

Dehşete düştüm. "Sen delirmişsin. Sadece bir kabullenme sürecinden geçiyor Zeliha. Bu da beklediğin gibi sancılı geçiyor. Üstelik o da benim gibi tesadüf eseri öğrendi, sen açıklamadın." 

Dudaklarını birbirine bastırdı ve "Ama senin gibi tepki vermedi." dedi kırgınca. Gülümsemesi de soldu zaten. Hiç hatırlamak istemediğim anlardan bahsediyorduk, aklıma getirmeden, yeniden canlandırmadan konuşuyordum. Fetih, Emir ve Zeliha'yı öğrenmişti. En az benim kadar beklenmedik ve tesadüfi şekilde. Gerisi... Gerisi korkunçtu. Evet korkunçtu. Hayırlı olsun demeyeceğini hepimiz biliyorduk ama kalpler kırılmış, mimarlar yargıçlara dönüşmüş, cezalar kesilmiş ve olan olmuştu. Hatırlamak bile istemiyordum. Tüylerim ürperdi. Bu olayın gürültüsü kısa sürmüştü sadece. Fetih'in bana vereceği tepki verdiği tepkinin yanında yüzlerce kat büyük kalıyordu. Çok rahat ve zevkli geçen bir hamileliğim vardı. O günlere kadar. İlk sancımı da o günlerde yaşamıştım, ilk korkumuzu da o zamana sığdırmıştık. Fetih'in çıkardığı gürültüyü bu kadar çabuk bitirmesinin, kurşunlarının bir hedefi de benim olmayışımın sebebi buydu. Kızım daha minicikken büyük şeylerin önüne geçiyordu. Bana içten içe çok kızdığını biliyordum ama bunu o sancıyı benimle beraber ilk hissettiği gün dışarı yansıtmayı bırakmış, herkesi hayatımızın uzağına koymuş ve kaldığımız yerden devam etmişti. En azından benimle. Zeliha'yla ya da Emir'le değil. 

"Çünkü ikimiz, iki farklı insanız. Elbet tepkilerimiz farklı olacak." 

"Bu kadar uçuk bir fark olmayabilirdi. Emir'i yine sürgün etmiş biliyor musun? Sözde iki senedir kullanmadığı yıllık izni kullandırıyor. Sözde. İzmir'e gelmesin diye ne gerekiyorsa yapıyor."

"Zeliha alışacak." diyebildim sadece. 

"Ve o vakte kadar burnumuzdan getirecek. Senin ve kızının hatırına veremediği tepkileri daha sessiz ve sinsice çıkarıyor bizden. Umurumda değil ama." dedi ama derken sesi de titredi. Gözlerini kaçırdı. 

"Şimdi doğruları konuşalım." dedim. Dilinin altında birikenler bunlar değildi. 

"Doğrular bunlar zaten. Yirmi bir yaşına gireceğim birkaç gün sonra. Kendi kararlarımı kendim alabiliyorum artık. Ve bir insan böyle hırçınca beni ve kararlarımı görmezden geliyorsa onun için bir şey yapam..."

"Zeliha." 

Dudakları bir çocuk gibi büzüldü ve başını eğdi. "Hiç özlemiyor mu beni?" 

Gözleri o kadar telaşla akıyordu ki, hızlarına ne ben ne de o yetişebiliyordu. Çok hızlı ağlıyordu. "Bence deli gibi özlüyor." 

"Buna dair bir şey söyledi mi?"

"Zeliha bana söylediği her şeyi sana söyleyeceğimi biliyor." 

"Söylemedi yani." avuç içlerini gözlerine bastırdı ve hareketsizce ağladı. Anlayacağını anlamıştı. Fetih Zeliha'dan bahsetmiyordu benim yanımda ve bu tam olarak benim dediğimle alakalı bir şeydi. 

"Beni sevmekten bir tek sen vazgeçmiyorsun biliyor musun?" 

Nereden tutsam elimde kalıyordu bu cümle. Fetih'in sevgisinden şüphe etmesi, Emir'i dahil etmemesi... "Emir deme bana. Abim bile vazgeçtiyse benden..."

"Ya saçmalama rica ediyorum! Saçmalama! Vazgeçmek ne demek?" Fetih'e bunları Zeliha'ya hissettirdiği için çok kızacaktım. "Abinin gazabına hiç uğramadın diye şimdiki bu hali böyle mi yorumlayacaksın? Aynı kandan olduğunuz ne kadar belli. Şu fevri kararlara bak. Ömrümü yediniz ya." 

Fetih de bu olayı ilk duyduğunda Zeliha'nın onu gözden çıkardığından bahsetmişti. İki duvarın arasına sıkışmış, nefes alamıyordum bu ikilinin orta yerinde kalınca. 

"Ne zaman bitecek bu gazabı?" 

Bu sorunun cevabı bende de yoktu. Ne olacağını kestiremiyordum. Fetih'in bu kırılmayı ne zaman yaşayacağını öngöremiyordum. Sıkıntıyla soluklandım ancak. "Bitsin artık. Ben sizi çok özledim." 

***

"Ben sana neyi söylemeyi unuttum!" Fetih'in dizlerinden öylesine fevri kalkmaya çalıştım ki, bana eğik olan yüzüne çarptı kafam, benim canım yanmadı ama onun ağzından çıkan mırıltı tam aksini gösteriyordu. Burnuna kafa atmıştım. 

"Fetih Fetih..." dedim telaşla. 

"Bir şey yok." dedi elini burnuna bastırmışken. "Canın yandı mı senin?" 

"Fetih burnuna kafa attım." dedim. Kafama bir şey olacak hali yoktu. 

"Ya senin o küçük kafandan ne olacak?" dedi burnuna dokunmayı bırakıp. Kafamı tuttu iki yandan, yüzümü sıkıştırdı avucunun içinde. "Senin o küçük kafandan ne olacak?" eziş büzüş yaptığı yüzüme birkaç tane buse kondurdu. Benim kafam küçük müydü? Hayır değildi! 

"Sen bana küçük beyinli mi demek istiyorsun?" diye sordum hayretle. Evet belki o tamamen sevimliydi bunu söylerken ama bir an öyle hissetmekten de alıkoyamadım kendimi. Yüzümün dibinde kocaman bir kahkaha attı. Hayretle onu izledim. 

"Bir Türk hekimine böyle bir hakarette bulunmak... Benim gibi bir adama bunu nasıl yakıştırırsın?" 

"Kızımız zekasını senden mi alsın peki yoksa benden mi?" 

Umarım senden alır...

"Kızımız her bir zerresini senden alsın." dedi açıkça. Blöf mü yapıyordu yoksa ciddi miydi anlayamıyordum. 

"Yok mu bu konuda Efsun'a benzemesin dediğin bir konu? Yok deme hiç, vallahi inanmam."

"Vallahi inanmaz mısın?" diye sordu. Yine sinirimi bozacak kadar sırıtarak gülümsüyordu. Ne hoşuna gitti bilmiyordum. Çoğu zaman olduğu gibi.

"Vallahi inanmam. Yalancı derim hemen. Bir şey de olsa vardır. Mesela şey isteyebilirsin annesi kadar dağınık olmasın." babası gibi derli toplu olsun, zihni de, kararları da, odası da, dolabı da hep toplu olsun. Dağınık yaşamasın annesi gibi. 

"Cık, olabilir. Ben toplarım arkasını." 

"Annesininkini az toplamadım, kızımınkini de toplarım mı diyorsun?" 

Ben mi her şeyden bit yeniği arıyordum yoksa hamileliğin bana verdiği kutsal bir güçle Fetih'in kafasının içini görebiliyor muydum? Bence ikincisiydi. 

"Annesininkini de kızımınkini de seve seve toplarım diyorum." 

Çok inandırıcı gelmedi ama inanmış gibi yaptım üzülmesin diye. "Tamam o zaman söyle, hangi yönden bana benzemesin? Mesela ben diyorum. Babası gibi kavgacı olmasın, kindar olmasın, bela makinesi gibi dolaşmasın ortalıkta diyorum. Mesela açık sözlü olmak normalde güzel bir şeydir ama ben bu kadar açık sözlü olmasın da diyorum. Bak gördün mü? Ne kadar dürüst bir anneyim. Söyledim her şeyi tek tek."

Aynı erdemi ondan da bekliyordum. Belki kızacaktım, hatta sinirlenecektim ama yine de söylesin istiyordum. Gözlerimin içine öylesine uzun baktı ki söylediği şey beni ona küstürecek sandım. Evet ondan erdem bekliyor oluşum aynı şeyi benim yapacağım anlamına gelmiyordu. 

"Annesi kadar merhametli olmasın." dedi ama o. Bana en belirgin üç özelliğimi say deseler merhamet söylediklerim arasında bile olmazdı. Dışarıdan bu kadar merhametli mi gözüküyordum? Gerçekten merhametliysem de bu kadar farkında değildim. Normal olan buydu bana göre, fazlalık bir şey hissetmiyordum. 

"O nedenmiş?" 

"Merhamet suistimale en açık duygu çünkü senin kadar merhametli olmasın. Empati yeteneği de senin kadar yüksek olmasın. Uçan kuşla, yürüyen karıncayla empati kurmamasını isterim ben. Bir de bencil olsun biraz. Annesi gibi olmasın. Kendi canını her şeyin herkesin önüne koysun. O küçük burnunu," benim burnumu sıktı. "her şeye sokmasın. Herkesi ve her şeyi kurtaramayacağını bilsin. Kimsenin canı ondan kıymetli değil, bunun bilincinde olsun her sıkıntıya el atmasın. Annesi kadar affetmeyi de bilmesin. Affedici olmasın." 

Az önce her şeyinin bana benzemesini dileyen adama biraz cesaret vermem yetti. Bir sürü şey söyledi. "Bunlar..." dedim şaşkınca. "Kötü özelliklerim mi benim?" 

"Her güzel şeyin fazlası biraz kötüdür Efsun." 

Dudaklarım öne doğru büzüldü. Hiçbir şey söyleyemedim. "Bu güzel şeyler sende bu kadar fazla miktarda olmasaydı, dozunda kalsaydı daha az zarar görürdün. Bunu sen de biliyorsun. Biraz olsun bencil olsaydın, biraz olsun başkasının derdine bana ne diyebilseydin, kindar olsaydın daha mutlu olurdun." 

Bana hep kızardı. Ben hepsini olay bazında verdiği tepkiler sanırdım. Bu özelliklerimi sevmediğini bilmezdim. Gerçi bu sevmemek mi oluyordu? O da meçhuldü. 

"Bakma bana öyle. Senin kötülüğünden bahsederken bile iyiliğinin fazlalığından bahsetmek zorundayım. Yoksa verecek cevabım mı olur benim akıllım?" 

Fetih'in her kurduğu cümle gibi bu sözlerinin de zihnimin bir köşesine mıhlanacağını biliyordum. Ansızın aklıma gelecekti artık. Düşünecektim. Sahiden daha az merhametli olsaydım, daha az affedici ve biraz daha bencil olsaydım daha mı az zarar görürdüm. Daha mutlu olacağımı sanmıyordum ben ama daha az zarar görür müydüm acaba? Bunu düşünüp duracaktım ve belki de günün sonunda yeniden Fetih'e hak verecektim. Hiçbir şey söylemeden tavanı izliyordum artık. Ona kızmadım ya da küsmedim. Bu sessizliğimin sebebini biliyordum. 

"Ne söyleyecektin hadi söyle bakalım? Neyin uğruna kafa attın bana?" 

"Hı?" 

"Burnuma kafa attın ya söyleyeceğin şeyi hatırlayıp." dedi ve beni kafamın içinden çıkarmak için çabaladı. Bir an aklıma bile gelmedi ne söyleyeceğim. Alık alık baktım Fetih'e. 

"Aaaa!" aklıma gelen yerde heyecanım da geldi. Çünkü çok önemliydi söyleyeceğim şey. "Hatırladım hatırladım! Dün kim geldi biliyor musun hastaneye? Bebek Efsun geldi." hemen sehpanın üzerindeki telefonuma doğru sarktım. Fetih karnımdan tutarken biraz söylendi ama parmaklarım hızlı hızlı ekranda dolanıyordu. "Babası aşı yapmaya getirmiş. Beni de görmeye geldi. Bak Fetih." 

Galerimde onlarca fotoğrafı olan bebeğin son çektiğim halini açtım. "Bak ne kadar büyümüş." 

Efsun'un annesini kaybedişimizin üzerinden en az iki ay geçmişti. İlk günler benim için bile öylesine zordu ki, Eros tam da o günler ilaç olmuştu bana. Durmadan onunla ilgilenmiştim, Fetih ise benimle. Tahribatı üstümde çok büyüktü, nasıl atlatmıştım hayal meyal hatırlıyordum. Sadece şunu çok iyi biliyordum ki Fetih haklı çıkmıştı, Efsun'un babası Efsun'a çok iyi bakıyordu. 

Fetih elimdeki telefonu almadı ama dokundu. Tenime dökülen nefeslerinden anladım hissettiklerini. Kirpiklerinin titrediğini bakmadan gördüm. Küçük Efsun'un nasıl hızlı büyüdüğüne hayret edişini anladım. "Yine de küçücük." dedi. Fotoğrafı bir kez yakınlaştırıp uzaklaştırdı. 

"Aşı yapılırken hiç ağlamadı biliyor musun? Hatta baş parmağımı sıkıca tuttu. Bak ellerimize." 

O anı da çekmiştim. Hemen açıp gösterdim. Fetih o noktada aldı elimden telefonu. Ellerimize baktı bir süre sadece. Yakın bir zamanda bu fotoğrafı kendi telefonundan çekeceğini biliyordu. Gözlerindeki parıltı o günlerden geliyordu biliyordum. Telefonu bana geri verdiğinde dün çektiğim tüm fotoğraflara tek tek bakmaya başladık. 

Küçük Efsun'un fotoğraflarını öylece kaydırıyor, Fetih'in çenesi yanağıma yaslıyken ikimiz de ekrana bakıyorduk sessizce. Minicikti, her gün biraz daha büyümesine rağmen hâlâ minicikti tam da Fetih'in dediği gibi ve biz aynı şeyi düşünüyorduk sessiz sedasız. Fetih dudaklarını gözümün bitişine bastırdı. Fotoğrafları başa saracak kadar gittik geldik. Eğer ki ben bu ortamı bozmasaydım, dakikalarca küçük Efsun'a bakmaya devam edecektik. Ansızın, beklemediği bir yerden duydu cümleyi 

Planlamamıştım. Sadece bir kız çocuğuna bakarken ve bir kız çocuğunu içimde taşırken bir kız çocuğumuz olduğunu biliyordum. "Ben yarın Zeliha'nın buraya gelmesi için bilet keseceğim."Bu teklifi ona yapmak için, biraz zaman tanımıştım. Benim için uzun ama Fetih için yeterli olduğunu düşündüğüm bir zaman. Bir ayı geçmiş, iki aya yaklaşmıştık o günün üzerinden. Fetih'in Zeliha ve Emir'i öğrendiği günün üzerinden kırk küsür gün geçmişti ve bu teklifi yapmayacak gücüm artık kalmamıştı. Bugünkü konuşmadan sonra bir de ne mümkündü? Zeliha'nın haberi henüz yoktu. Tenime yakın olan teninin arasına önce soyut sonra somut olarak bir uzaklık girdi. Hâlâ dizlerinde yatıyordum ama artık beni öpmüyor, yer yer koklamıyor ve çenesini sürtmüyordu tenime."Süt içecek misin, kahve alacağım kendime?"Bu kalk demekti ama kıpırdamadım yerimden. Hatta bacağına sarıldım desem yeriydi. "Fetih yarın Zeliha'ya gelmesini söyleyeceğim."

"Süte bal da koyuyorum." yine canı istemediği için duymuyordu beni. Yeniden kalkmak istedi ama bunun için beni itmesi gerekirdi. İtmiyordu.

"Zeliha yarın gelecek. Arayacağım söyleyeceğim."

"Söylemeyeceksin, gelmeyecek.""Fetih..." diye sızım sızım sızlandım. Zeliha'nın bugünkü ağlayışı geldi gözümün önüne. "Hiç mi özlemedin? Konuşmuyorsun bile... Sesini bile duymuyorsun. Hiç mi özlemedin Fetih? Kızın o seni..." "Hiç özlemedim." dedi. Bu cümleyi ölene kadar unutacaktım ve Zeliha'nın asla haberi olmayacaktı. Buydu işte. Kızımda asla olmasını istemediğim o özellik tam olarak buydu. Fetih bazen öylesine gaddarlaşıyordu ki korkuyordum. "Ben gözümün içine baka baka yalan söyleyenleri özlemem." 

"Tam olarak bu tepkinden korkmuş olabilirler mi?" 

"Bahaneniz de hazır." dedi. "Tepkinden korktuk. Leş bir savu..." tavrı kelimeleri arttıkça sertleşiyordu. Sustu sakallarını sıvadı. "Efsun seninle bu konuyu konuşmayacağım." 

"Fetih nereye kadar?" üstüne üstüne gittim. "Zeliha nasıl üzülüyor senin haberin var mı? Senin onu sevmediğini bile düşünüyor." 

"Emir'le kapatır açığımı." 

"Çok kırıcısın." dedim hayretle, kendim kalktım dizlerinden. "Çok kırıcısın. Anlıyorum. Seni gerçekten anlıyorum. Emir ve Zeliha ilk bakışta, bizim için gerçekten mümkün gözükmüyor ama..." söylediklerim onda baş ağrısı yaratıyormuş gibi koltuğa yasladı sırtını ve şakaklarını ovaladı. 

"İlk bakışta değil Efsun! Her bakışta. Anlıyor musun beni? Her bakışta. Zeliha daha düne kadar abi diyordu Efsun o adama, abi dedi senelerce." 

Kabullenemiyordu. Benim alışma sürecim daha hızlı ilerlemişti. Neden bu kadar zorlanıyordu? Aklım almıyordu, ben mi çabuk kabullenmiştim? "Fetih ben on yaşındayken sen hayatıma girsen ben de sana abi derdim. Bu kadar yalın aslında bu olay. Birbirlerini tanıdıklarında daha çocuklardı ve o gözle birbirlerine bakmadılar ama mekan ve zaman değiştiğinde aynı kalmadı bu durum. İkisi de yetişkin anlıyor musun Fetih? ikisi de yetişkin. Ben ve sen gibi. Hem ayrıca o ilk bakış eşiğini geçince Zeliha için en doğrusunun Emir olduğunu görmeme..." 

"Sen çıldırmışsın!" dedi suratıma şaşkınca bakarken. Bana delirmişim gibi davranıyordu. "Bu kadar da benimsemiş olamazsın. Sen gerçekten çıldırmışsın. O ikili seni avucunun içine almış bunun başka bir açıklaması olamaz." 

Günün birinde benim gibi düşüneceğini biliyordum. Şimdi oturduğu yerden bana istediğini söyleyebilirdi ama seneler sonra Emir ve Zeliha ayrılmazlarsa, hatta bu işin sonu bir aile kurmaya kadar giderse Fetih'in gözü arkada kalmayacaktı benim gibi. 

"İstediğini söyle. Bir gün bana hak vereceksin. Fetih, Emir ya... Emir. Şu senin yanında büyüyen, ne sana ne senin ailenden birine, ne bana bir gün bile saygısızlık yapmayan Emir." 

"Bana daha büyük nasıl bir saygısızlık yapacak o şerefsiz?" 

"Bu söylediklerini eşin olarak hafızamdan siliyorum ama ben hariç kimseye hak ettiği gibi davranmıyorsun, insanların haklarına giriyorsun. Haberin olsun. Sen Emir'e zamanı geldiğinde benim canımı emanet ettin, işini emanet ettin, belki kendi canını bile emanet ettin. Emir'i neden İzmir'e gönderdin Fetih? İş için mi? Yapma. İlk günden beri, Emir'i Zeliha için oraya gönderdin. Çünkü biliyorsun bizden sonra gözün kapalı Zeliha'ya en iyi Emir bakardı. Emir koştururdu, Emir ne gerekiyorsa yapardı. Zeliha'yı bir abi sıfatıyla Emir'in yanında bırakabiliyorsun ama gönül bağları değişince deliriyorsun. Neden? Ne değişiyor Fetih? Emir aynı Emir değil mi, Zeliha aynı Zeliha değil mi? İki insanın birbirini sevmesini sence de biraz uzun süre boykot etmedin mi?"

Direniyordu adeta aşklarının karşısında. Zeliha'dan rest yemek, Emir'den net bir tavır görmek zoruna gitmişti biliyordum. Ama Emir ve Zeliha bireysel olarak Fetih'e meydan okumamışlardı aralarındaki aşktı meydan okuyan. Fetih onlarla savaştığını sanıyordu sadece. 

"Tamam. Yetmedi mi bu süre? Emir sana ihanet etti sandın, Zeliha seni kandırdı diye yorumladın ama geçsin artık bu hissin. Kimse sana ihanet etmedi. Emir ve Zeliha aynı anne babadan doğmadı, kaldı ki tamamen kardeş gibi de büyümediler. Aynı evde büyümediler, senelerce aile ortamında kalmadılar. Zaten ilk yalnız denk düştükleri anda da hisleri değişti. Fetih sen kadere inanırsın. Benden çok. Bazı şeyler zaten yazılıdır, Emir ve Zeliha zaten varlardı. Zamanlarını bekliyorlardı. O zaman geldi ve oldular. Kabullensen de kabullenmesen de devam ediyorlar. İstediğin kadar sürgün et başka yerlere, görüşüyorlar, şehir değiştiriyorlar. Engel olamadığını sen de biliyorsun." 

Gözleri yumuldu, bildiği gerçeği yüzüne söyledim. Kaçamadı. "Ayrıca tabi ki seni dinlemeyecekler. Sen anneni babanı dinledin mi? Sana beni istemediklerini söylerlerken dinledin mi onları?" 

"Of, şu kurduğun bağa bak. Of Efsun of!" eli ensesinde dolandı. Sabır diliyordu bol bol 

"Evet ailenin kendi içinde daha büyük sebepleri vardı. Haksız olsalar da en azından daha büyük sebeplerdi. Canları beni istemiyor değildi. Seninki tamamen can isteği ama. Emir zaten arkasında durmasaydı ilişkisinin benim desteğimi o zaman kaybedecekti. Durdu. Senin karşında ilk defa durdu. Sen onu öldüresiye döverken bir adım geri gitmeyen adam bu kez sonunda senin karşında yer aldı.  Ve yine söylüyorum Fetih. Emir ya. Emir. Bizim Emir. Benim içim o kadar rahat ki... Emir Zeliha'yı üzse bile bunu kasten yapmamıştır diyebiliyorum ben." 

Bana baktı göz ucuyla. Bu konu hakkında birkaç cümle daha kursam üzüp üzmediğini sorgulayacaktı ama yapmadım. Ortada Emir'i yakmak olurdu bu. 

"Bir gün bir şey olsa gidip hesap sorarım ben. Bu nasıl büyük bir rahatlık bizim için. Fetih Emir'in bize karşı da bir sorumluluğu var. Elin adamının bize karşı bir sorumluluğu olmazdı." 

Emir yapacağı her hatanın sonunda tek hesap vereceği kişinin Zeliha olmadığını, bizimle de yüz yüze geleceğini biliyordu. Bu bile yetmez miydi? 

"Ne alakası var Efsun? Ben de elin adamıyım ama benim annene babana karşı sorumluluğum var. Bunun tanımışlıkla ne alakası var, bu insanlık, bu..." 

"Sevgilim sen neden herkesi kendin gibi sanıyorsun?" 

Onun beni sevdiği gibi bir yabancının Zeliha'yı üzmeden seveceğini mi sanıyordu? Nereden biliyordu o yabancının Zeliha'yı en yaralı olduğu yerlerden vurmayacağını? Nereden biliyordu yarasını sevgi adı altında deşmeyeceğini? 

"Fetih Zeliha'nın yaşadıklarını unutmadığını biliyorum ama elinden geldiğince daha fazla anlamaya çalış. Zeliha hayatında alacağı herhangi bir erkekte nasıl zorluklar çekecek tahmin bile edemezsin. Onun ruhu mayınlı tarla gibi. Bilmeyen biri o tarlada nasıl at koşturur tahmin bile edemezsin. Emir biliyor Fetih. Emir her şeyi biliyor. Hangi noktalara basmayacak, hangi noktaları dikkatli geçecek, neresi kanar, neresi sağlam biliyor. Zeliha başkasında yaşayacağı zorlukların belki yarısını ancak yaşadı Emir'le. Bunlar bizim hislerimizden daha mı kıymetsiz? Benim değil. Senin de değil. Sadece sen Zeliha'yı paylaşmak istemiyorsun. Bunu tanıdığın biriyle yapmak zorunda olunca da daha rahat ısırabiliyorsun insanları. Tamam sakladıkları süre evet uzun ama tek sebep de bu değil." 

Yüzündeki tepkisizlik benim için bir sonuç değildi. Beni hâlâ dinliyorsa duymak istedikleri vardı demek ki. Ona doğru yaklaştım, kucağına çıkmadan ama fazlasıyla mesafemizi bitirerek dokundum yüzüne. "Bugün Zeliha çok üzgündü. Abim hiç mi özlemiyor beni dedi. Fetih o senin kızın, kardeşin değil. İlk kez ona böyle davranıyorsun, ne yapacağını bilmiyor ve belki de hayatından ilk kez babasız kalmış gibi hissediyor." 

Bu konuşmayı yapmak için beklemiştim bir hayli zaman. Erken yaparsam ya susturacak ya da tepki gösterecektik. Böylesine susmasını bekliyordum. "Hem sen de özledin onu. Biliyorum ki ben. Arada telefonumu kurcalıyorsun. Onunla olan mesajlaşmaları okuyorsun biliyorum ben. Sadece bir şey söylemiyorum. Yarın çağırayım gelsin olur mu Fetih?" 

Sessizlik. 

"Hı?" 

Boğazını temizledi gözlerini kaçırdı. 

"Çağırayım gelsin tamam mı?" 

"Ne yapıyorsan yap, burası senin evin." 

"Burası bizim evimiz." kaçamak bir cevap istemiyordum. Bana kesin olarak gelsin, özledim diyecekti. 

"Benden çok senin evin. Kimi çağırmak istersen çağır, senin çağırdığını kovacak halim yok. Sen çağırmış olursun o kadar." 

"Sen istemiyorsun yani? Yarın gelince de sen değil ben çağırmış gibi davranacaksın?" 

Şu tavrını yarın da sürdürecekti, belki Zeliha'nın suratına bile bakmayacaktı. "Ben değil sen çağırıyorsun zaten." 

Tüm temasımı kestim attım. Benim bile kalbim kırılıyordu. "Bunu istesem ben Zeliha'yı şimdiye kadar çoktan çağırmıştım zaten Fetih. Senden izin mi alacaktım Zeliha'yı çağırmak için?" sesim de yükseldi koltuktan da kalktım. 

"Ne diye bana soruyorsun o zaman?" 

"Senin de isteğin olsun diye, kız gelince böyle bok gibi davranma diye. Bu kız on sekiz sene boyunca istenmediği evde kaldı, bizim evimizde de bu duyguyu yaşamasın diye. Yeterince istenmemeyi tattı, şimdi tam iyileşmişken bunu ağabeyinin evinde, ağabeyinden de tatmasın diye çabalıyorum. Yetmedi mi on sekiz yıl bu kıza Fetih?" 

Sesimin sonlara doğru rayından çıkmasını beklemiyordum. Ağlamayı da beklemiyordum ama gözyaşlarım çok hızlı birikti. "Bizim evimizde de istenmediğini hissedecekse bu eve hiçbir zaman girmesin. Ben senelerimi verdim Zeliha bu histen kurtulsun diye, sen de mi aynı şeyi yapacaksın? İnanamıyorum sana! Nasıl göze alırsın bunu? On sekiz sene! Bir masaya sığmadı, kendini fazlalık olarak gördü. Aynı şeyi bir daha yaşasın diye çağırmayacağım. Hatta o gelmek isterse de gelme diyeceğim. Kendi evinde kalsın. Zaten bir tek orada kendini ait hissediyor. İstenmediği bir eve daha ihtiyacı yok çocuğun. Sen de..." arkamı döndüm ama dayanamadım işaret parmağımı salladım yüzüne. "Sen de bu inadınla kuru burada. Sen kuru ama inadın kurumasın. Tamam mı Fetih?" 

Ayaklarım parkelere çarpa çarpa çıktım merdivenleri. Gözlerim önünü görmüyordu. Kalbim acıyordu adeta. Zeliha'ya nasıl söyleyecektim gelme diye? Zeliha'ya nasıl gel diyecektim? O Karadere konağında bir odaya sığamamış bedeni geldi gözümün önüne. Oturmaya çekindiği sofralar, kısıtlı hareketleri, kısık sesi, küçük kahkahaları... Zeliha şimdi bunun benzerini bu evde mi yaşayacaktı? Yine istenmeyecekti. Belki bir bardak su alırken bile izin isteyecekti. Fetih izin vermeyeceğinden değil sadece Zeliha bu psikolojiye çok hazırdı. O bekliyordu ki birileri onu istemesin. Hemen eskiyi hatırlar ona göre davranırdı. Hem de bu evde... Benim evimde... Fetih'in evinde... 

Odaya girdiğimde hıçkırıklarım da başladı. Bebeğim doğunca da mı gelmeyecekti? Ne yapacaktım ben Zeliha olmadan? Bir de bencil değilsin derdi bana aşağıdaki koltukta oturan. Şimdi bile kendimi düşünüyordum işte. Zeliha olmazsa ben nasıl bakacaktım bebeğime? Halası gelmeyecekti istediğinde. Ya da gelecekti ama yine aynı şeyleri hissedecekti. Nasıl ağladım bu ikilem içinde nasıl ağladım... Yastığım ıslandı, Şeftali kapının önünde miyavladı, Eros patileriyle kapıya vurdu da kalkıp açmadım. Ben Zeliha'yı istiyordum. 

Çok zaman geçti. Bu şeyleri hissetmek çok ağırlaştırdı zamanı. Taşıyamadım. Bir dakikayı bile saat gibi hissettim. Uykuya dalmak istedim ama dalamadım. Olmuyordu. Zeliha'nın o yalnız yüzü gözümden gitmiyordu. Sonra sekiz tane patinin yapamadığını bir el yaptı. Kapı açıldı. Gözlerimi yumdum hemen. Kapı kapandı, yatağın diğer tarafı çöktü. Yatağın en ucuna uzanmıştım yine, Zeliha'ya yaptıkları zoruna gitmedi ama bu gitti yine. Karnıma fazla baskı uygulamadan çekti beni ortaya. 

"Uyuyacağım ben, git yanımdan." 

O da yorganın altına girdi. Bir kolu omzumu bir kolu karnımı çepeçevre sardı. Tek beden kaldık yatağın orta yerinde. "Yatağın ucunda mı?" 

"Yatağın ucunda." dedim inadına. 

Yüzüme dokundu. "Ağlama Efsun." 

"Sana ne?!" 

"Yastığın ıslanmış." 

"Sana ne?!" 

Hiç umursamıyordu ne dediğimi. Sinirden ağlayacaktım şimdi, duymuyordu beni. Bir ağlayınca duyuyordu. İlk bulduğu boşluktan koynuma girdi. Koklaya koklaya öptü. "Allah'ın sevdiği kuluyum ben biliyor musun?" 

Biliyordum ama Allah daha az sevecekti bundan sonra Fetih'i. Kardeşini üzüyordu. "Ne dua ettiysem bir bir kabul oldu. Hatta bazıları fazlasıyla bana döndü. Ben şüphe edeyim dedim, bana sırt bile çevirsin demedim." 

"Ne?" 

"Biletini kestim Zeliha'nın."

"Hı?" 

"Attım ona da, gelsin yarın." gözlerimi açtım hızla, ona bakamadım, sıkıca sarılmıştı. İçime bir ferahlık düştü, tüm yük tek bir cümleyle gitti. "Gerçekten mi?"

"Gerçekten."

"Emir de gelsin." 

"Efsun..." 

"Lütfen. Onun da biletini ben keserim sana masraf çıkarmam söz." 

"Efsun..."

"Tamam kendisi kessin. Gelsin değil mi Fetih? Başka bir şey istemeyeceğim söz." doğum günümü unutmasına da kızmayacaktım. Yeter ki gelselerdi. "Bak kızın da çok istiyor. Vallahi Fetih." 

"Onu nasıl her şeye karıştırabiliyorsun Efsun?" 

"Kötü bir anne miyim ben? Kızını her şeye kullanan kötü bir anne mi..."

"Gelsin Efsun. O da gelsin ama birbirlerinden uzak otursunlar, benim de asabımı bozacak bir şey yapmasınlar. Gelsin. Gelsin sevgilim. Sen kimi istiyorsan ben de istiyorum. Tamam mı?" 

Emir'in biletini de ben kesecektim. Burnumu çektim Fetih'in çenesine sürttüm başımı, elini karnımın üzerine örttüm. Geleceklerdi. Yarın doğum günümü hatırlamıyor olsalar da burada olacaklardı. 

***

"Dediklerimi unutma, Emir'e de söyle tamam mı? Zeliha bak tansiyonu oynamasın yerinden." 

"Ya tamam tamam." görmüyordum ama Zeliha'nın zıpladığını hissediyordum. "Emir zaten senden bile utanıyor, yanıma yaklaşmıyor sen yanımızdayken. Abimin yanında mı şey yapacağız..."

"Ne yapacaksınız?" 

Gözlerim iri iri açılmışken tek bir noktaya odaklandım. Sessizlik oluştukça gözlerim büyüyordu. "Yan yana dip dibe durmayacağız işte Efsun abla." dedi Zeliha. Öyleydi herhalde... Gözlerimi daldığı yerden ayıramadım Zeliha "Kapatıyorum ben Emir'i arayayım." diyene kadar da bir tepki veremedim. Beklemedi de zaten kapattı. Kapanmış arama ekranına baktım. Vakit gece yarısını geçmişti Fetih içeride uyuyordu ve ben tüm sinsiliğimde bahçede gerekli insanlarla iletişim kuruyordum. Bazı görevler vardı, bazı sıfatlardan sonra yüklenirdi ve hakkıyla yapmak gerekirdi. 

Eve geri girdim, üç çocuğu uyandırmadan parmak uçlarımla yukarı çıktım. Yavaş yavaş yatağa girdiğimde Fetih de uyanmadan sıcaklığıma yaklaştı. Hayır sıcak olan bendim. Fetih kokuma yaklaşmıştı. Yediğim serin havadan mı bilmem uykum açılmıştı, uyuyamıyordum. Yarını düşündüm, doğum günüm aklıma geldi yine ama sabahki gibi üzmedi beni. Yarın daha büyük bir hediyem vardı zaten. 

Fetih'in benim hakkımda söylediği şeyleri düşündüm sonra. Biraz hak verdim biraz reddettim. Sonra oradan kızımı. Nasıl bir karaktere sahip olacağını, benim hangi iyilerimi hangi kötülerimi alacağını düşündüm. Oradan bugüne geri döndüm. Osman Bey'in gönderdikleri geldi aklıma. Pekmez göndermişti bana. Bir sürü şey göndermişti de işte pekmez de vardı yanında. Sonra Urfa'yı. Evlerini. Zühre Hanım'ı. Ne yapıyorlardı acaba. Özellikle o kocasına soruyor muydu beni ve torununu? İçimden bir ses sık sık haber aldığını söylüyordu. Fetih'in bir sürü akrabası aklıma geldi. Uyumamak için ne düşünülebilirse düşündüm yani. Sonra aklıma bir daha pekmez gönderildiği geldi. Doğum iznine tam zamanı geldiğinde mi çıkacaktım yoksa biraz daha çalışır mıydım? Bence çalışırdım biraz daha. Fetih ne derdi acaba bu duruma? 

Pekmez bozulan bir şey miydi acaba? Kuytu köşeye saklamıştım. Fetih görmesin diye. Hayatımda hiç pekmez muhafaza etmemiştim ki nereden bilseydim? Sıkıntıyla nefes verdim. Elimi karnıma bastırdım. Mesela yumurtayı dolapta saklamak gerekirdi. Ya pekmez? Birine verene kadar iyi saklamam lazımdı. İçim içime sığmadı kalktım yerimden. Panduflarımı giydim ve pıtı pıtı indim aşağı. Pekmezin bozulup bozulmadığına bakacaktım. Dolapta gizli bir bölme bulursam da oraya saklayacaktım. Birine verene kadar. 

Sessizce mutfağa indim ama gerisi çok sessiz olmadı. Öylesine gizli bir yere koymuştum ki çıkarana kadar tencere seslerinden Şeftali duydu da geldi yanıma. Tencerelerin içine girmeye çalıştı. Pekmez şişesine ulaştım tam dedim kapağını açıp bozulmuş mu diye kontrol edecektim ki arkamdan gelen "Efsun." sesiyle tencere gürültüsü arttı, pekmez döküldü dökülecekti son anda titreyerek tuttum. 

Pekmezi çıkardığım yere fırlatamazdım çünkü ağzı açıktı. Artık geçti de çünkü Fetih tam tepemdeydi. Kalbim boğazımda atıyordu. Korkmuştum. "Ne yapıyorsun sen burada?" dedi uykulu seslerle. Elimdeki pekmez şişesine baktı.

"Kola mı o?" dedi şaşkınlıkla. "Efsun sana pes." eğildi aldı elimden şişeyi. "Kola mı içiyorsun gizli gizli. Şu halin..." pekmezin kokusunu aldığı an sustu. "Bu? Pekmez mi bu?" 

Başımı salladım. Çok dikkatsiz tutuyordu şimdi dökecekti, görecekti gününü. Parkenin üstüne oturmuş bağdaş kurmuştum. Etrafım bakliyat kavanozlarıyla doluydu. 

"Bizim evde pekmez yoktu? Nereden çıktı bu?" 

"Baban göndermiş bugün. Dedim ya bir şeyler göndermiş diye." 

Pekmeze ulaşmak için çıkardığım onca şeye baktı. "Bu ne hal?" pekmezi kontrol etti. "Sen niye oraya koydun pekmezi?" 

"Başka yer bulamadım."

"Koca mutfakta." 

Başımı salladığımda anladığı gerçek yüzünde çöküntüye sebep oldu. "Ben görmeyeyim sana zorla yedirmeyeyim diye." sesimi çıkarmadan bacaklarımın üstünde birleştirdiğim ellerime baktım. 

"E ben gelmeden atsaydın o zaman saklamak yerine." 

"Başkasına veririm dedim." 

"Gecenin bu vakti ne işin var o zaman burada?" 

"Kontrol etmeye geldim." 

Sohbet o kadar saçma bir hal alıyordu ki birazdan pekmez de hakkını savunacaktı dile gelip. "Neyi Efsun?" 

"Pekmez bozuldu mu bozulmadı mı bakayım dedim. Dolaba koymadım ya." 

"Pekmez bozulmaz." dedi Fetih bir tatlı kaşığı aldı çekmeceden. Tadına baktı. Dilimi damağıma bastırdım ve kendimi sıktım. Güzel kokuyordu bu pekmez hangi üzümler kullanılmıştı acaba? "Yok tadında bir şey." 

"Tadı iyi mi?" 

"İyi. Normal pekmez. Bozulmaz zaten." kaşığa baktım bir kez. Normal pekmez tadını hatırlamıyordum bile. O kadar uzun zaman olmuştu. En son Fetih'in elinden pekmezli yumurta yemiştim. Kaşığa bakarken Fetih bir kaşık daha aldı. Dilimi daha çok bastırdım damağıma. Kaşığı izliyordum öylece. Fetih bir kaşık daha aldı ama bana sormadı tadına bakmak ister misin diye. 

"Baya kaliteli bir pekmez. Babam iyi yerden göndermiş. Bak kıvamından belli." kaşığa ağır çekimde döktü pekmezi ve ağzına aldı. Diliyle yaladı dudaklarını pekmez kalmasın diye. "Ver sen bunu birine ziyan olmasın. Hatta sen unutursun ben koyayım bunu masaya yarın götürür veririm." 

Doğrulacağı an kolundan tuttum. Kaşlarım bükülmüştü, düzeltemiyordum yüzümü. "Vermeyelim ya sen yersin. Bak tadını da sevdin." 

"Cık." dedi. "Ben yemem. Sadece tadına baktım. Vereyim birine pekmezli yumurta yapar yer. Güzel olur, kaliteli pekmez." 

Tutamadım, kalktı yerinden koydu pekmezi poşete. "Sen neden pekmezli yumurta yemiyorsun?" 

"Canım istemiyor benim." 

Sonra geldi önümde dağıttığım şeyleri teker teker dolaba yerleştirdi. "Hadi kalk yatağa. Yere oturmuşsun zaten. Pekmez bozuldu diye hem de. Nasrettin hoca mısın sen?" elimden tuttu ama kaldıramadı. Gözlerimi yumdum ve direnmedim. Dilimi damağıma bastırmaktan damağım çatlayacaktı şimdi. 

"Benim canım istiyor ama." 

Elim havada elinde bedenim parkenin üzerindeydi. Sessizce durduk. Kızımı bu konuda asla affetmeyecektim. Yere çöktü, yüzündeki sırıtışa bakmadım. Burnundan soludu, ağzından nefesini verdi. 

"Efendim? Anlamadım." 

"O bizim pekmezimiz niye başkasına verelim mi?" 

"Yok yok az önce başka bir şey söyledin." 

"Evdeki yumurtalar birkaç gün daha dursa bozulacak." 

"Pekmez de mi bozulacak?" 

Ona baktım. Suratına vurmak istiyordum. Sinirlerimi bozuyordu. Hamile kalmadan önce tiksindiğim her şeyi istemekten utanıyordum artık. "Bilmem ki sen tadına baktın." 

"Sen de tadına bak bakalım, ben anlamamışımdır belki. Gel." koltukaltlarımdan tutup kaldırdı beni. Sandalyeye oturdum. Temiz bir kaşık aldı ve bir kaşık pekmez uzattı bana. Dünya üzerindeki en güzel pekmez şimdi İstanbul'da bizim evimizdeydi. Dil tomurcuklarıma bahar değdi. Dudaklarımı yaladım. 

"Pekmezli yumurta yapayım mı sana?" 

Yenilgiyle başımı salladım. İkimiz de aynı günü hatırladık ben pekmezli yumurtayı çatallarken. Fetih kazandı ama zaferini sadece beni gülümsemeyle izleyerek kutladı. Onun için zafer kazanmak değildi zaten benim çatal çatal yediğim pekmezli yumurtaydı. 

***

"Açmıyorlar telefonumu! Fetih..." koltuğa rahatça yayılmış ve beni çileden çıkarmak için ne gerekiyorsa onu yapıyordu. "Bir şey yapsana!" 

"Tam olarak ne yapmamı bekliyorsun? Türk Hava Yolları'nı mı arayayım? Ararsam Emir'i aşağı fırlatın diyeceğim. İstiyorsan arayayım. Ha söyle, istiyorsan arayayım." 

"Allah'ım sen bana sabır ver." 

Sabahtan beri kimseye ulaşamıyordum. Uçağın kaza yapma ihtimalini bile düşünüp fenalık geçirirken Fetih'in umurunda değildi. Evin içinde volta atmaya ve durmadan Zeliha Emir ikilisini aramaya devam ederken kapı çaldı. 

"Al bak geldiler."

Ben yerinden bile kalkmaz sanıyordum ama arkamdan geliyordu yavaş adımlarla. "Elimde kalacaklar. Elimde kalacaklar. İkisini ayrı ayrı döveceğim. Ne bu kadın hamile diyen var ne başka bir şey. Ömrümü yediniz." kapıyı açar açmaz ne hoş geldiniz dedim ne de başka bir şey. "NERDESİNİZ SİZ?!" diye bağırdım ama onların bağırışı benden daha yüksekti. Bir taraftan konfeti patladı sonra aniden adım doğum günümle beraber aynı anda söylenmeye başladı. O kadar korktum ki bu gürültüden geriye doğru kaçıştım ama bir adım arkamda Fetih vardı. Sırtım gövdesine çarptı, tuttu beni.

En önde elinde pastayla Zeliha, yanı başında savaşını verdiğim Emir, arka tarafta beni teker teker arayıp bugün gelemeyeceğini söyleyen, bin bir bahaneyle beni eken insanlar. İlbey amca, Meltem Teyze, Burcu, Kürşat, Elif hocam, Merthan, Ayşen, Sıla ve Zafer... Zafer de gelmişti. İçten içe kırgın olmadığım ve söylediği şey bana bahane gibi gelmeyen tek kişiydi o. O da benim gibi bir asistan doktordu ve en son geçen sene ancak görüşebilmiştik. 

Ağzım kocaman açılmıştı ama ne gülebiliyordum ne de kapatabiliyordum. Sırtımı yasladığım adam "Yok ben kimseyi bir daha çaya bile çağırmam." dedi dünkü gibi. Yalandı. Hepsi oyundu. En başında anladığıma sonradan nasıl kanmıştım? Beni kandırmışlardı. Zeliha elinde pastayla eve doğru bir adım attığında gözü birkaç kez arkamdaki ağabeyine kaydı ama sonunda bana baktığında "Dilek dile!" dedi. Kocaman ağzımı kapatamayınca elimle örttüm. Gözlerimi kapattım. Sırtım Fetih'e yaslıydı, içimde kızım vardı, karşımda ikinci ailem. 

Bu hissi biliyordum. Her şeyimin olduğu bu hisse yabancı değildim. Uzak düşmüştük ama yabancı değildim. Gözlerim kapalıyken o güne geri gittim. Dokuz yaşındaydım, on sekiz yaşındaydım ve artık yirmi dokuz yaşındaydım. Yaşlarım farklı, dileğim ve hislerim aynıydı. Fetih kulağıma fısıldadı ve dilek diledim. 

"İyi ki doğdun benim güzel karım." 

"Bu gece bütün sokak hayvanları tok uyusun biri bile aç kalmasın." 

Mumu üflediğimde herkes ama en çok ben kendimi alkışladım. Yerimden zıplayabilsem zıplardım. Sarılmakta buldum çareyi. İlk evime sarıldım. Bana bugünü veren ve bana yeniden bu dileği diletebilen evime. Seneler sonra her şeyimle tastamam olmuşken evime vardığımı hissediyordum. Efsun vardın eve, dilediğini diledin, bir yaş daha aldın. Doğum günün kutlu olsun Efsun, iyi ki doğdun. 

Bana her sarılan fark etmeden akıttığım göz yaşlarını sildi. Sonra ben bir şey yaptım, Zeliha'yı Fetih'in üzerine ittim. Onlar sarılıverdiler. Herkes etrafımda dört dönüp terasta mangal yaparken ne tesadüf Emir de Fetih'e yardım ediyordu. Bir ara eli yandı, buz götürdü Zeliha ama neden olduğunu anlayamadım. Herkes bana hediye verdi ve benim bu dünyada en sevdiğim insanlardan sonra en sevdiğim şey kesinlikle hediye açmaktı. Bir sürü hediyem olmuştu, her bir paketi yamacımdaki Sıla'yla açıyorduk. Her pakette bir öncekinde verdiğimiz tepkiden daha büyük bir tepki verip sevindik. Sofra kurulana kadar da sürdü bu, hiçbir şeye elimi sürmeme izin vermediler. 

Fetih gelince Zeliha'yı dizine oturttu, nasıl oldu bilmiyorum ama Emir ve Zeliha'nın arasında bir sandalyelik boşluk varken biri bir uca diğeri bir diğer uca oturdu. Herkes büyük bir keyifle beni nasıl kandırdığını açıklıyordu. Aralarında en masumu Zafer'di elbet. O yüzden onun sorularına daha yumuşak başlı cevap veriyordum. Hiç kimse bana onun gibi iş arkadaşlığı yapmamıştı bunca sene. 

"Adını ne koyacaksınız şimdi siz?" demese tabi baya bir sevecendim. Masadaki herkes Fetih'le bu konuda yaşadığımız son fikir ayrılığını bildiği için sessiz kaldı ve bize baktılar. Fikir ayrılığı dediğim 'Sen Abdülhamit'i savundun!'  minvalinde bir kavgaydı. Fetih beni o gün o kadar sinir etmişti ki elbette ki kızımın adını Yaban Mersini koymayacaktım ama öylesine damarıma basmıştı ki kavga bunun üzerinden çıkmıştı. Birbirimizi yemiştik. İnsanlar araya girmişti. Fetih'in saçlarını tek tek yolmak istediğim bir geceydi. O kadar öfkelenmiştik. Fetih'le aynı şeyleri hatırlamışız gibi Fetih elimi tuttu. 

"Kızımız adıyla gelecek." dedi. "Bu konuyu kapattık biz. Belli değil. Adıyla gelecek." 

Zafer ellerimize baktı sonra bana. Aramızdaki o toksik hali iyi bilen biriydi. Sezdi. "En iyisi abi ya." dedi. "Ne demişler çocuk hem ismiyle hem de bereketiyle gelir." 

Öyle bir şey söylemiyorlardı ama kabul etmekten başka şansımız yoktu. O da zaten kapattı konuyu. "Var mı buralarda keşfettiğin yeni çorbacı gidelim ben buralardayken." 

"Bizim Urfa'daki usta kadar olmasın var birileri. Gideriz bir ara." 

Çok korktum benim canımın çektiğini söyleyecek diye ama yapmadı. Zafer'in KBB asistanlığı üzerine anlattığı anılarını Burcu çatalını bardağa vurarak böldü. "Çok minik bölüyorum Doktor Bey ama..." dedi Burcu sevimli bir sesle. 

"Estağfurullah hocam buyurun." 

"Fetih  hediyesini biraz daha açıklamazsa ben ağzımdan kaçıracağım da."  

Burcu ve Zafer arasındaki tatlı enerjiye bakmaktan Fetih'e atılan topu fark etmedim bile. "Al benden de o kadar." diye girdi araya Merthan. Herkesin bildiği hediye mi vardı? 

"Ne hediyesi?" 

"Ulan ağzınızda bakla ıslanmıyor..." Burcu'nun anne babasına döndü ve "Affola, ağzımdan kaçtı." dedi. 

"Ne hediyesi?" 

Telefonunu açtı, bir evrağı önüme koydu. "İzmir'de bir yer vardı, Çeşme taraflarında. Annenin doğduğu yerde hani, bir yeri beğendin Zena şubesi için ama ne alabildik ne kiralayabildik geçen sene. Belediyeye ait olunca elimiz kolumuz bağlanmıştı." 

O kadar uzak bir tarihti ki üzerinden geçen onca gelişmeyle beraber unutmasam da en azından o ukte kalış bitmişti. 

"Evet." 

"Ben orayı hallettim. Çok uzun sürdü, sene sürdü hatta ama hallettim. Tapusu bizde olmasa da bizim artık. Zena'nın dördüncü şubesi hayırlı olsun. Şubemizin şefi de masamızda." dedi ve Ayşen'i gösterdi. Ayşen'e baktım. 

"Ne tatlı emrivakiler yapıyor senin bu kocan böyle Efsun!" dedi ve gülümsedi. Salondaydık, karşı duvar boylu boyunca camdı. Karşıda bir ağaç vardı, bir de kuş yuvası. Bahçedeki kedilerden dolayı kuşlar pek gelmezdi. Yuva yapmaksa işten bile değildi. Bir kuş hariç. Bahçedeki yuvasına doğru uçtu ve kondu. Fetih'e baktım. Annemin doğduğu yer olduğu için orayı ne kadar istediğimi ben bile unutmuşken o hatırlıyordu. Kuş bizi izliyordu. 

Annem bizi izliyordu. 

***

"Önüne bir kağıt ve bir kalem konuldu değil mi?" 

Hastanemize yeni başlayan çaylaklardan Yusuf'un bıraktığı kalemle kağıda baktım. Yastığı işaret ettim. Hamileliğin son zamanlarında oturmak ayakta durmaktan daha zordu. Yusuf yastığı sırtıma koydu. 

"Evet Fetih bir kağıt ve kalem. Sana mektup mu yazacağım yoksa." 

"Hayır Efsun Hanım, doğum iznini başlattığını yazacaksın ve başhekime verip aşağı ineceksin. Ben de varmak üzereyim." 

"Böyle bir şey yapmayacağım." 

"EF SUN." 

Fetih'in yükselen sesiyle Yusuf'a baktım. Nereden geliyordu ahbaplıkları bilmiyordum ama her şeyi Yusuf yetiştiriyordu Fetih'e. 

"Ben çalışabiliyorum hâlâ." 

"Efsun doğurmak üzeresin! Beni delirtmek mi istiyorsun sen? Özelde olsan bin kere kovdurmuştum seni. Bin kere. Seni sabah evde bırakıp çıkıyorum, arkamdan hastaneye geliyorsun. Aklımı kaçıracağım aklımı!" 

"Neyse ki devlet memuruyum. Fetih kapatmam lazım hasta bakacağım. Hadi sevgilim görüşürüz." dedim ve buraya geldiğini bile bile telefonu yüzüne kapattım. Artık aramızda rutinleşen bu kavga, defalarca Fetih tarafından yazılan ama ben tarafından imzalanmayan dilekçe ve ben çok mutluyduk çalışmaktan. Yerimde durmak, yatmak ya da dinlenmek bana göre değildi. Ben böyle bir hamilelik geçiremezdim. Evde durmadan bir şeyler kurcalamak yerine hastanede kendi işimi yapmak çok daha makuldü. Fetih bunu kabullenmiyordu. 

"Fetih'in numarasını engelle." dedim Yusuf'a. 

"Efsun abla yaz da git artık şu izne bu adam hepimizin yakasına yapıştı ya! Lütfen git artık hem bir hafta bile kalmadı doğuma. Git artık kurtar bizi ya." 

Önümdeki kağıdı buruşturup attım ve elimi karnıma koyup yürümeye başladım hastane içinde. Bugün daha farklı bir sırt ağrısıyla uyanmıştım ve herkes benim işimi çok zorluyordu. Yusuf arkamdan adım adım gelirken "311 numaralı hastanın yanına gidelim mi beraber?" diye sordum Yusuf'a. 

"Ablacığım evine git." 

"Hadi gidelim gel. Bak sana bir abla tavsiyesi. Hocalarımız burada değilken de devamlı visite çık. Bence ders çalışmanın en iyi yolu budur. Hastaya halini hatırını sor, dosyasını incele. Yarın sana sorulabilecek soruları kendine sor. Bak gel." dedim ve aldığım hasta dosyasıyla 311'in kapısını tıklattım. Fazla mı büyük bir adım attım bilmiyorum ama çok kuvvetli bir sancı hissettim karnımda. Nefesimi bıçakla kesmiş kadar canımı yaktı ama ikinci adımı atamayacağım kadar büyümedi. 

"Merhaba, geçmiş olsun." dedim kadına bakarken. "Kalkmanıza gerek yok..." aynı ağrıdan bir kez daha karnıma girdi. "Nasılsınız?" 

Derin nefes al. Bu ağrılar normal. 

Derin nefes al. Sıkma kendini. Derin nefes al. 

"Efsun abla." 

Derin nefes al. Bıçak nefesimi oyuyordu. Derin nefes alamamak çok zordu. "Eee," mırıldandım kendi kendime kadına gülümsemeye çalıştım. Yumruk olmuş ellerimle dosyayı tutamadım. Ağzımdan mırıltılar döküldü. İnlemiyordum, inleyemiyordum bile. Öksürmek istedim nefes alamayınca bu kez o bıçak karnımın içinde döndü, ağzımdan çıkan ses büyüdü. 

"Abla sakin ol!" diye bağırdı Yusuf. İnsanlara seslendi, hasta kadın bile yerinden kalktı. Yatağa oturmak istedim ama bıçak her hareketimde dönüyordu. Düşmekten daha kötü olamaz diye kendimi zorladım ama çığlık atacağım bir ağrı oluştu. Ben adım atamadım bir sandalyeye oturtuldum. 

Hastaneden bir isim anons edildi. Bu nöbetçi doktorumuzun ismiydi. Sonra benim adım duyuldu. Telefonum çalıyordu. Ağzım tutuldu, felç geçirmişim gibi bağırmak istedim onu bile başaramadım. Biri elimden tuttu sakin olmamı söyledi. 

Tik tak. 

Tarihler 29 Nisan'ı gösteriyordu. Bugün bir haber sitesinde okumuştum. 29 nisan serçelerin yavrulama zamanıydı. 

Tik tak. 

Bu hissettiğim ağrı doğum sancısı mıydı? 

 

 

Comments


© 2035 by The Book Lover. Powered and secured by Wix

  • Facebook
  • Twitter
bottom of page