SERÇEYİ ÖLDÜRMEK 73. BÖLÜM
- Dilan Durmaz
- 11 Ara 2024
- 48 dakikada okunur
Sezen Karadere.
Önüne birçok sıfat ekleyebilirdik ama sadece Efsun ve Fetih'in minik serçesi demek fazlasıyla tatmin ediyordu beni.
"Tamam hala." dedi Fetih, belimden sıkıca tutmuş benimle aynı yavaşlıkta adımlar atarken. "Yok sıcak tutuyoruz biz zaten... Yedi... Tamam eve bir geçelim... Uyuyor evet. Yok ağlamadı. Yaptı kakasını... Yok yok gelme, ihtiyaç olsa inan çağırırdım. Aradı hala..." konuşmaktan sıkıldığını nefes alışlarından anlayabiliyordum. Tavana baktı. "O da bir sürü şey söyledi. Sanki Osman Karadere değil de 5 çocuk doğurmuş gibi konuştu sağ olsun bir saat. Nereden biliyorsa artık bu kadarını." Güzide Halanın cevabı kısa bir an susturdu Fetih'i. Gözlerini devirdi ve "Her neyse." dedi. Muhtemelen karşı taraftan 'annen söylemiştir' minvalinde bir cümle çıktı.
"Tamam haber veririm sana, hadi Allah'a emanet." dedi ve telefonu kapatırken ağzının içinde bir şeyler geveledi, kendi kendine söylese de duyacağım kadar yakınımdaydı. "Ben nasıl kovacağım bunca insanı..."
"Hı?" dedim başı sonu belli olmayan cümle için.
"Yoruldun mu?"
"Biraz."
"Oturalım mı?"
"Biraz." dedim yine.
En yakınımızdaki koltuğa yavaşça oturduğumuzda elimi bırakmadı, sessizce yüzümü inceledi. Biraz nefeslenmem gerekiyordu, fırsat verdi, sakinliğini korudu. Bandanamı düzeltti, üzerimdeki pijama takımının yakasıyla oynadı, kurumuş dudaklarıma dokundu. Diğer elinde, ben aldığımda çok alay ettiği ama hastaneye getirmeye akıl edecek kadar zihninde kalan, unicornlu iki litrelik suluğumu bana yaklaştırdı. Kapağını açtı ve dudaklarıma ulaştırdı. Öne doğru uzandım ve suluğun hortumundan su çektim. Göz ucuyla ona baktığımda tutamadı kendini sanırım ya bana ya da suluğumdan çıkan sese kıkır kıkır güldü.
"N'oldu?" dedim dudaklarımı ayırmadan hortumdan. Yine kendi kendine yaşadı ne yaşadıysa. Gözlerini kapattı ve başını iki yana salladı.
"Bir şey olmadı iç hadi sen."
Birkaç yudum daha aldım ve geri çekildim. Bu tamam demekti. Kapağını özenle kapattı ve aramızda yer olsa da o kendi sağına koydu suluğumu.
"İyi ki almışım değil mi suluğumu?" diye sordum.
"İyi ki almışsın."
"Sezen'e de biberonlusunu alalım mı?"
Bebeğime Sezen demek o kadar tuhaf hissettirdi ki bir an kaldık, önce karşıya sonra birbirimize baktık. Kokusu üzerime mi sinmişti bilmiyorum ama burnuma doldu, göğsüm özlemle kabardı. Halbuki görmeyeli birkaç dakika oluyordu. Fetih'in yüzündeki telaşsız tebessüme baktım. Başını salladı hızla.
"Mutlaka almalıyız."
Henüz bizden başka kimse adını bilmiyordu. Yani dün gece, uykulu seslerle dillendirdiklerimizi bir tek Sezen duymuştu. Yanağımı Fetih'in koluna yasladım ve gözlerimi kapattım. İçimde bir ağlama dürtüsü ve karşı koyamadığım hisler silsilesi vardı. Biraz korku, biraz telaş, bolca merak, sonra özlem ve inanamayış. Sonra Fetih, sonra kızım, Sezen. Annem de böyle mi hissetmişti ben doğduğumda? Nasıl başa çıkmıştı bunca duyguyla? Hangi birine yetişmişti?
"İstersen seni kucağımda odaya götürebilirim."
"Yürümem gerekiyor."
Yoksa isterdim. Fetih'in beni zırt pırt kucaklamalarını özlemiştim. Yalan yoktu. Ansızın sırtına atmalarını, canı isteyince kucaklamalarını özlemiştim. Hamileliğin son zamanlarında kızımın korkmasın, yerinin sağlam olmadığını düşünmesin diye ara vermiştik biraz. Yoksa Fetih beni içimde on Sezen olsa bile taşıyabilirdi. Öyle söylemişti.
"Biliyorum, o yüzden ısrar etmiyorum." dedi. Sanki o özlem onun sesine de sinmişti. Duyabiliyordum. Fetih için beni kucaklamak ne ifade ediyordu bilmiyordum ama iyi olan çok şeye gebeydi bu hissi. Bazen tutku, bazen şefkat, bazen sevgi, bazen aşk. Kollarının arasında hissettiklerim bunların çevresinde dönüyordu.
Kalkıp yürümeden önce ona sordum. "Fetiih," dedim yaslandığım yerden. Yine de içimde kurtulamadığım o his, dizlerime oturmuştu. Bana bakıyordu. "Ülkenin en doğusuna vardık mı?" duymak istedim cevabını.
Odadan çıkalı dakikalar olmuştu ama aştığımız o yol dakikalara beden değildi. Farkındaydım. Sinesi kocaman oldu sonra Sezen'i yaslayacağı kadar küçüldü. Saçlarıma bastırdı çenesini. "Iğdır'ı çoktan geçtik Gökçeada'ya doğru yoldayız."
İşte ağlama dürtüsü böyle harekete geçirilirdi, hiç bağırmadan, kızmadan, üzmeden. Gözlerim kapalı olmasa bulanık görecektim her tarafı. Açmadım gözlerimi. "Fetih..."
"Ne sandın akıllım?"
Beni sarıp sarmaladı, sinesine aldı. Eliyle itti o dizimdeki hissi. Çok da hor davrandı. Düştü dizlerimden o çirkin duydu. Ömrümüzün sonuna gelsek ve benim yüzümden yarım arpa yol alsak yine de Iğdır'la Gökçeada arasında mekik dokur dururduk. Biliyordum. Bilmez olur muydum?
"Gidelim mi?" diye sordu ben sormadan.
"Özledin mi?"
"Aklımı kaçıracağım." dedi açıkça. Gizlemeden.
Şu an bir orada bizsiz olması bana da aynı şeyi hissettiriyordu. Ben de aklımı kaçıracaktım. Sanki her hareketini görmeli, nefes alışverişini izlemeli, gözlerinin hareketlerine kadar her şeye şahit olmalıydık. Bunları bizsiz yapması bana çok kötü hissettiriyordu. Kalktık yavaşça, suluğumla beraber ağır ağır odaya doğru yürüdük.
Burcu'nun yanında olduğunu biliyordum, hâlâ uyuduğunu biliyordum ama yine de korkarak açtık kapıyı. Ve Fetih'in kısık sesle "Fesuphanallah." çekeceği görüntüye şahit olduk. Burcu Sezen'in fotoğrafını çekiyordu.
"Bur cu!" diye heceledi kısık sesle. Beni yatağa oturtana kadar sakin kaldı. Sonra parmak salladı Burcu'nun yüzüne doğru.
"Bak yemin ederim, alırım telefonu, el koyarım ya da kovarım seni."
"Aaaa!"
"Kısık sesle konuş, kızımı uyandıracaksın."
"Duydun mu Efsun kovarmış beni? Az önce bana emanet edip çıktın." Aralarına girmeyi çok uzun zaman önce bırakmıştım. Kızıma baktım. Kaşları çatık kızıma... Onu memnun etmeyen bir şey mi vardı acaba?
"Yapıyorum böyle kritik hatalar."
"Hata mı?" dedi Burcu dehşetle. Dünden beri kızımla ilgili ilk keşfin gürültüye karşı büyük hassasiyeti olmasa da temasa karşı vardı. Bir kuş tüyünü bile değdirirsek hemen o kaşlarını daha büküyordu mümkünmüş gibi ve uyanıyordu. O yüzden yumruklarımı sıka sıka durduruyordum kendimi. Dokunmamaya çalışıyordum.
"Hata. Kızımdan uzak dur."
"Efsun!" onlara bakmadım. Çilleri benden çok annem kadardı neredeyse. Belki biraz az ama kesinlikle benden çok. Burcu hızını alamadı ve Fetih'e inat ama bir taraftan da kıyamadığından muhtemelen, kızımın beşiğini ayağıyla hafifçe itti.
"Saçmalama, sakın." dedi Fetih tepkiyle. Burcu'yla göz göze geldik ve ilk kez konuştum.
"Büyüyünce onu bacağınla ittiğini söyleyeceğim." dedim.
"Hayır söylemeyeceksin." dedi korkuyla. Evet ödü kopuyordu kızım bizden sonra en çok onu sevmezse, ağzından Burcu Teyze lafını düşürmezse diye.
"Neden ittin kızımı?" dedim sitemle. "Anlasa çok üzülürdü." Kesinlikle üzüleceğini düşünüyordum. Çünkü içimden bir ses Burcu'yu gerçekten çok seveceğini söylüyordu. Burcu'nun dudakları aralık kaldı ve kısa zamanda vicdanı onu ablukaya aldı. Bükülmüş kaşlarıyla kızıma baktı.
"Teyzeciğim..." dedi. "Özür dilerim. Gerçekten... Ben babana sinirlendim. Gerçekten bak... İtmedim seni." tam Sezen'e dokunacakken Fetih engel oldu.
"Uyandıracaksın!" diye heceledi. Heceleyerek konuşması çok komikti.
"Uyansın severiz işte biraz." dedi. Odadan çıkmadan önceki uyarılar boşuna değildi. Burcu tam olarak bebekleri kasten uyandırıp 'annesi uyandı bu' diye seslenen o kişiydi.
"Burcu." dedik aynı anda. Omuzları çöktü ve geriye doğru gitti.
"Tamam..." dedi. "Annem bir şeyler almamı söyledi, gidip onları alacağım. Bir şey istiyor musunuz?"
"Mümkünde gelmemeni." dedi Fetih beklemeden. Burcu'nun kocaman açılmış gözleri yine beni buldu. Beni yoruyorlardı. "Fetih..." dedim bitkince. Bana baktı, yorulduğumu anladı.
"Her neyse. Yok istemiyoruz bir şey." dedi benim hatırıma. Sabah erkenden Burcu gelmişti yanımıza, Meltem teyze yoldaydı, bana hoşaf hazırladığını söylemişti. Fetih halalarının gelmelerini istememişti. Dünkü kalabalık tekrardan olsun istemiyordu. Ben dünkü kadar olmasa da hâlâ bitkin ve ağrılıydım. Sık sık az az uyuyordum. Devamlı uyanmak ve Sezen'i kontrol etmek, emzirmem gerekiyorsa emziriyordum. Altını henüz hiç değiştirmemiştim. Gazını da ilk seferden sonra ben çıkarmamıştım. Uykuyla uyanıklık arasında daha bir bitkin düşüyordu ellerim, Fetih benden önce davranıyordu. Kan kaybım ne kadardı bilmiyordum ama vücudumda bıraktığı tahribat küçük değildi. Kanım çekilmiş gibi hissediyordum çok az yorulsam bile. Çok sık uykum geliyordu bir de. Ten rengim de olduğundan daha açıktı.
"Biraz uyu sen. Yanına alayım mı?" dedi ben yatarken yatağa.
"Uyanmasın." diyebildim. Benim isteklerimden daha mühim durumlar vardı artık. O kaşlarının biraz daha çatılmaması için onu uzaktan izlemeyi kabul edebilirdim. "Ama bana beresini verir misin?" çabucak dediğimi yaptı, beşikten yavaşça beyaz bereyi aldı. Yanağımın altına yerleştirdim ve son kez kızımın yüzüne baktım.
"Acaba bir şeyden mi rahatsız o yüzden mi kaşlarını çatıyor?" diye sordum babasına. Çünkü babalar çoğu zaman çok şey bilirlerdi. Çatık kaşlı kızımın babası çatık kaşlarıyla kızıma baktı ve aslında bazı şeylerin genetik olduğunu bana anlattı ama ben anlamamazlıktan geldim. Babaların bilgisine güveniyordum. Fetih'in cevabı daha mühimdi benim için.
"Yani ben de düşündüm onu ama..."
"Ama?"
"Doğduğundan beri böyle. Yani tam olarak senin karnından çıktığından beri böyle olduğu söylendi." ikimizin de dudakları öne doğru büzüldü. "Hım." diye mırıldandım.
"Doğduğu için memnuniyetsiz olabilir mi?"
"Hı?"
"Yeri rahattı," diye açıkladı. "Bence. Gelmemek için de direndi. Gelmek istemedi ama kaçınılmaz son. Eski yerini aradığından başka aklıma bir şey gelmiyor."
Babasına çektiği için çatık kaşlı olması mı yoksa kızımın doğar doğmaz memnuniyetsiz olması mı daha sıkıntılıydı bilemedim. Öyle ki ikinci ihtimali de babasından kaynaklanıyor olabilirdi ama üstüne düşünmek istemedim. Gözlerimi yumdum, yüzümü beresine bastırdım. Aklımı kaçıracaktım. Mis gibi kokuyordu. Aklımı kaçıracaktım.
****
Lohusalık, hamileliğim kadar rahat geçecek miydi bilmiyordum ama bu beni uyutmayan ya da kesik kesik uyutan his karmaşasının sebebi lohusalıksa, içimde atamadığım sıkıntı, korku ve daha fazlası lohusalıktansa sanırım o kadar da rahat olmayacaktı.
Uykumla uyanıklığım arasında birkaç dakika var gibi hissediyordum. Ya onları görüyor, içimdeki endişeyi azaltıyor ya da Fetih'in kısık sesli cümlelerini duyunca uykuya geri dalıyordum. Hiç durmaksızın konuşuyordu Sezen'le. Hiç ara vermeden yeni konular buluyor, bazen aynı şeylerden bahsediyordu. Sezen'in mırıltılarını duymak için bazen uykuya da direniyordum. Şimdi bedenim tamamen uykudan kopmuşken yeniden uyumayacağımı biliyorken aklımda kesik kesik kalmış konuşmalar dönüyordu.
Fetih yine "Çatma kaşlarını." demişti. "Başın ağrıyacak Allah aşkına çatma." diye ısrar etmişti. "Masaj yapayım mı?" bir cevap alamamıştı ama Sezen'in kaşlarının arasından alnına doğru masaj yaptığını kapalı gözlerimin arkasında hayal etmiştim zorlanmadan.
"Rahatını mı kaçırdık?" demişti.
"Daha ne kadar anne taşıyacaktı ya seni? Söyle bakalım." diye sormuştu. "O da yoruldu. Hiç düşünmüyorsun bunları, bozuşacağız bak." bu asabi sözlerinden sonra büyük boşluklar vardı. Öpüş seslerini, aldığı derin nefesleri duyuyordum o zamanlarda. Bozuşamayacaklarını öperek dillendiriyordu.
"O yüzden bu kadar zorladın değil mi anneni? Sırf rahatın kaçmasın diye."
Eğer ki imkânım olsaydı onu daha çok taşırdım karnımda. Hiç de gocunmazdım.
"Baba sen de hep aynı konuyu açıyorsun deme. Daha ne kadar oldu, hemen unutayım? Ben böyle bir adamım, kindarım. Korkuttun mu korkuttun bizi, söyleneceğim bir süre böyle. Yapacak bir şey yok. Ben annen değilim." dedi sonra açıkça. "Bak hiç sesi soluğu çıkıyor mu onun? Hiçbir şey yaşamamış gibi, ne çektiğini ben gördüm ama hemen kandırdın onu. Ben kanmam. Hem neyine kanacağım çatık kaşına mı?"
Uykudan birazcık kopmuş olsam çoktan kandığını haykıracaktım ona ama konuşacak kadar ayık değildim o an. Bir mırıltı duydum Sezen'den o an. Fetih'in bütün yelkenleri suya battı. "Ölürüm sana." dedi az öncesini yutup tek lokmada.
"Korkutma bir daha beni bu kadar." demişti sitemle. "Ne annenle ne kendinle." Sonra demişti ki, o an nasıl hüngür hüngür ağlamayıp uykuya dalmıştım bilmiyordum.
"Babanda kalp var kızım." halbuki bu cümle beni hıçkıra hıçkıra ağlatabilirdi. Oldukça yeterliydi. "Annen o kalbe o kadar iyi bakıyor ki, alıştım ben öylesine. Aynı hassasiyeti senden de bekliyorum Sezen. Tamam mı? Senin babanda kalp var ve annenin kalbimin üzerinde çok emeği var. Biz onun emek verdiği her şeye saygı duyup sahip çıkacağız. Annenin emek verdiği ister benim kalbim olsun, ister yerdeki taş olsun, biz ona gözümüz gibi bakacağız. Anlamıyorsun şimdi beni. Sadece duyuyorsun ama kulağın alışsın. Bunu sen anlayana kadar, sana anlatacağım çünkü."
Kapının tıklatılışıyla tamamen uyanmamam için hiçbir sebep kalmadı. Önce gözlerimi açtım, ardından görüntülerin netleşmesini bekledim. Meltem teyze bana bakmadan camın oraya baktı. Muhtemelen Fetih oradaydı. "Ama böyle hep kucaklarsak kucağa alışır, benden söylemesi." dedi saniyelik bana da bakıp gülümserken. Fetih bana bakmadan cevap vermedi. Uyandığımı görünce yanıtladı.
"Alışsın." dedi. Kocaman eli Sezen'in tüm sırtını kaplamıştı. Saçındaki toka duruyordu ama kıyafeti değiştirilmişti.
"Hep kucak ister ama."
"İstesin." Onlara doğru birkaç adım attı ve "Hoş geldiniz." dedi. Hemen arkasında Burcu vardı.
"Hoş bulduk, doktor geldi mi?"
"Henüz değil." derken bana saptırdı yönünü. "Yanına yatırdım ama canı sıkıldı galiba Sezen Hanım'ın, seni uyandıracak gibi old..."
"Sezen mi?" Burcu'nun voltajı yükselen sesiyle Sezen irkildi ve benim elim Fetih'e mi Sezen'e mi gitti anlamadım. İkisini birden korumak istedim galiba. "Fesuphanallah." dedi kısık sesle. Sezen değil elbet. Meltem teyze burada diye kovamazdı da Burcu'yu.
"Sezen mi koydunuz adını?" dedi Meltem teyze. Sezen'i yavaşça kucağıma aldım ve birkaç saniye hareket etmedim. Yeri rahat mı ölçmeye çalıştım. Allah'ım... Kaşları hâlâ çatıktı.
"Evet! Beğendiniz mi?" dedim heyecanla. Bu duyacağım ilk yorumdu.
"Bence çok güzel." dedi Meltem teyze. "İsmiyle geldi demek."
"Geldi." Fetih oldukça gururluydu. Aylardır insanların anlam veremediği fikrimiz gerçekleşmişti. Biz haklı çıkmıştık. Sezen'in bize yaşattığı ilk gururdu.
"Lütfen minik serçe şarkısıyla hikâye atabilir miyim? Lütfen yüzünü kapatırım, daha iyi bir fırsat geçemez elim..."
"Hayır tabi ki." dedi Fetih ama bilmeliydi ki o hikâyeyi bizzat ben atacaktım. Yani benim de elime böyle bir fırsat geçmezdi. Hatta ben yirmi yıl sonra bile aynı şeyi yapacaktım. Kızım artık okul arkadaşlarından utanıp anne atma diyecekti ama ben bu kez başka bir uygulamada yapacaktım.
Fetih ve Meltem teyze yiyeceğim şeyleri çıkardılar torbadan. Hoşaflar, çorbalar... Sezen'in karnı toktu ama avucumun içini kavradı. İşin doğrusu avucunu avucuma bastırdı. Önce bir kedinin patisi gibi elini açtı sonra yavaş yavaş gözlerini araladı ve elini avucuma bastırdı. Hayatının ilk gününde benimle kurduğu ilk çok net göz bağıydı. Kirpikleri o kadar uzundu ki acilen düzeltmem lazımdı. Karışmıştı uzunluktan. Babası gibi ilk uyandığında onunkiler de karışmıştı ama gözlerini daha fazla kırpıştırmayı henüz öğrenmemişti.
"Günaydın." dedim son heceyi uzatarak. Sesim başta yumuşaktı. "Günaydın benim kızıma. Uyanmış benim kızım." neden devamlı benim kızıma diyordum onu da bilmiyorum ama içimden öylesi geliyordum. Ansızın kucağımda bedenini esneterek minik fasulye tomurcuğu gibi filiz vermeye çalıştı ama çok yapamadı. Gözlerini sıkıca yumdu ve kaşlarını daha çok çattı. "Esnedin mi sen? Babası gördün mü?" dedim heyecanlı. "Nasıl esnedi gördün mü? Çok mu yoruldun sen d..."
"Hayır sadece tembel bir boğa burcu, doğduğundan beri uyuyor." dedi Burcu ama benle Fetih tamamen Sezen'in ilk esneyişine kilitlenmiştik. "Düşünsene annen baban bu kadar çalışkan ama sen tembel bir boğa burcu olarak doğuyorsun."
"Senin gibi yani?"
Meltem teyze...
"Anne ben boğa burcu değilim."
"Bir boğadan daha tembelsin."
"Benim kızım esnedi." sesime tepkisi gözlerini açmak oldu. "Bak Sezen'in babası gördün mü? Kocaman esnedi hem de. Aferin benim kızıma." Fetih'e baktım. O da tebrik etsin istiyordum. Hatta alkışlasın istiyordum. Bu dürtü gerçek miydi ve benim içimde miydi?
"Efsun." dedi.
"Efendim."
"Sen konuştukça kaşlarını düzeltiyor."
Sezen'in yüzüne baktım. Gözlerini araladığı için ben kaşlarını çatmayı bıraktı sanıyordum. "Anlat bir şeyler." benim zaten Sezen'e anlatmak istediğim çok şey vardı sadece fırsatını toplayamamıştım.
"Ne diyor Burcu teyze kızım? Sana tembel mi diyor? De tembelsem tembelim sana ne ki? De kızım." sus çizgisine bastırdım dudağımı. Hafızamda olan tüm kötü anlar siliniyordu Sezen'le göz göze kaldığım sürece. Zihnimin önemli bir kısmı yok olacaktı sanki. "De ki benim annem benim yerime yapmam gerekenleri yapar. Babam zaten... Hiç uyanmama gerek kalmaz."
"Bak gördün mü?"
Pür dikkat beni dinliyordu. İşin doğrusu beni keşfediyordu. Belki bu sesin, o rahat bir yerdeyken bol bol duyduğu ses olduğunu anlamasa da hissediyordu. Çünkü ben ve Fetih Sezen'in kulakları oluştuğundan beri onunla sesli konuşuyorduk. Neredeyse çok az şeyi içimden söylüyordum ben ona. Fetih'ten gizlediklerimi yalnızca.
Fetih'in verdiği motivasyonla devam ettim konuşmaya. Kızım hiç es vermeden beni dinliyordu ve doğruydu, yüzündeki o çatıklık kayboluyordu. Sanki bir sorunu vardı, ben cümlelerimle onu çözüyormuş gibi.
"Hem beraber uyuruz. Ben de uyumayı severim ki. Sadece baban sevmez. Bize ne ki? Biz uyuruz, o da uyanmamızı bekler. İşi ne sonuçta? Değil mi?" ondan gelecek cevabı bekledim ve almış gibi devam ettim. "Aynen öyle kızım. Aynen öyle." dedim kocaman gülümseyip. "Hem benim babam derdi ki, prensesler çabuk yorulur. Ya... Haklı değil mi deden?" yeniden ondan cevap verdim. Benden başka kimsenin duymadığı cevabı bekledim. "Bence de. Çok haklısın. En az benim kadar haklısın." oturduğum yere sığamadım. Sezen'le olan muhabbet çok sardı. Kalkıp yürüyerek devam etmek istedim. Yorgunluğum kalmadı.
Fetih'in de yardımıyla kalktım. Evden getirmeyi unutmadığı panduflarımı giydirdi. Kızımı yüzüme en yakın kalacak şekilde kucaklamıştım. İstiyordum ki beni daha yakından görsün. Tüm şekiller gözünde ilk benimle var olsun. "Bizim haklılığımız genetik ama biliyor musun Sezen? Genetik ne mi? Özür dilerim, nereden bilebilirsin ki? Senin anneannen de haklıydı, senin kızın da haklı olacak. Her daim. Bunu sana baban çok ayrıntılı bir şekilde anlatacak. O benden daha hâkim konuya." Yavaş yavaş yürüyordum odanın içinde. Sezen'le birbirimizden ayırmıyorduk gözlerimizi. Birazcık ayırsak, birbirimizin sesini duymayacaktık galiba.
Çatmadığı kaşlarına baktım. Fetih gibi. Uykudayken huysuzlukla bayılan Fetih'in uyanıp benim gördüğü anlar geldi aklıma. O da böyle oluyordu. Bu Efsun'un sesinin Karadere ailesine etkisi olarak tanımlanabilirdi. Bana bahşedilmişti. Sezen'in ağzından minik mırıltılar döküldü.
"Evet!" dedim büyük bir coşkuyla. "Aynen öyle. Bak gördün mü nasıl hemen anlaştık?" kulağına doğru eğildim ve gizli gizli fısıldadım. "Birdim iki olduk Sezen. Birdim iki olduk. Babanın vay haline." başımı kaldırdım ve yüksek sesle konuştum. "Evet bence de dünyanın en şanslı adamı bizim evde yaşıyor üstelik senin baban! Dünyanın en şanslı adamı! Katılıyorum sana!" bandanasını düzelttim altında kalan nazar boncuğuna baktım. Benim de pijamamın iç kısmına takılmıştı. Nazar boncuklanmıştık.
"Prensesler doğduğunda nazar boncuğu perileri pır pır ederlermiş Sezen biliyor musun?" kızıma söz hakkı tanıdım biraz. "Gördün mü onları? Nasıldı yüzleri, ben göremedim o an. Boyları uzun muydu? Başka? Kocaman elleri var demek... Kirli sakalları mı? Batıyor muydu yoksa böyle? Kirpikleri de uzundu. Kocaman demek ki bu peri, evet anladım. Çok güzel anlattın."
"Efsun biraz daha bu görüntüye maruz kalırsa bayılacak kişiler var aramızda."
Ses Burcu'dan çıktı ama ben Fetih'e baktım. Elleri sakallarının üzerindeydi, tüm dikkat onun üzerine çekilince kalktı ayağa. Bir an ne yapacağını bilemedi. "Benim on beş dakikalık bir işim var." dedi. "Meltem teyze..."
"Tamam Efsun da bir şeyler yer o arada. Buradayım ben."
Bana doğru yaklaştı. "Bir şey istiyor musun?" diye sordu. Odada yeniden ekmek isterim diye korkan biri vardı biliyordum. Başımı salladım.
"Ne işin var?"
"Bir yere uğramam lazım. Çok kısa. Emin misin canının bir şey istemediğine?"
"Eminim." dedim. Çabuk gel dememek için zor tuttum kendimi. On beş dakikayı beş dakikaya çekmek için tehlikeli işlere bulaşmasın diye. Bir kez beni bir de kez kızını öpüp çıktı. On beş dakikayı geçmedi gelmesi. O sırada Meltem teyzemin getirdiklerini yedim. Burcu fırsatını bulduğu ilk an Sezen'i kucakladı. Ona şarkılar söyledi, iltifatlar etti.
"Annesi bende kalsın bu ben bakarım. Babası gelmeden kaçırayım ben bun..." cümlesi babası tarafından kamçılandı. İçeriye önden Elif Hoca girdiği için başta Fetih'i göremedim.
"Evet evet çok normal Fetih o. Kolostrum, halk arasında ağız sütü deniyor o sıvıya. Kusmuyor aslında. Bağışıklığı için çok önemli. İlk aşısı gibi düşün. İçin rahat olsun."
Meltem teyzenin kapattığı açıyı kendim eğilerek gördüm. Fetih'in yüzüne ulaşmış gözlerim farkı direkt fark etti. Dakikalar önce kirli sakallarıyla odadan çıkan adamın yüzü şimdi tertemizdi. Sinekkaydı tıraşıyla cildi tamamen ortaya çıkmış, gözleri önce beni sonra kızını kontrol ettikten sonra yeniden doktorumuza kaydı.
Sakallarını kesmişti.
"Göbek bağına çok dikkat edelim sadece. İkinci gününden sonra banyo yaptırabilirsiniz o bölgeye özellikle dikkat ederek. Kakasıyla alakalı bir problem yok. Olursa Efsun direkt fark eder zaten. Normal olan bu, o ne yiyor ki zaten değil mi?"
"Efsun?" dedi ama bana seslenmedi. Elif hoca bana bakıp gülümsedi.
"Şu an bile harika gözüküyor. Gücünü yavaş yavaş toplayacak. Beslenme çok önemli. Listeyi sana vereceğim. İlk bir hafta sıvı gidelim elimizden geldiğince. Kan yapacak besinler tercih edelim. Kan kaybı fazlaydı ama ona ne kadar iyi bakarsak o kadar çabuk toparlar. Nasıl hissediyorsun bugün kendini?"
"İyiyim." dedim.
"Tabi inatçı keçi yorgunum demez. Sen anlarsın zaten. Kaç gün izinlisin sen Fetih."
"Çok gün. Çok günün ardından da evden çalışmaya devam edeceğim."
"Süper." dedi Fetih'in kolunu sıvazladı. "Efsun'un en çok sana, bebeğinse ikinize ihtiyacı var. Bu dönem babadan başka kimse anneye yeterince yardımcı olamaz. Büyükler beni yanlış anlamasın ama anneyi strese sokar babadan başka herkes."
"Ben de sizinle aynı fikirdeyim." dedi Meltem teyze.
"Mükemmel. Bazen aileler beni yanlış anlıyor ama doğru olan bu. Çünkü tecrübeli biri tecrübesiz birine fazla baskı kuruyor fark etmeden. Bazı babalar da kaçırıyor bu dönemden, annelerine bırakıyorlar tüm sorumluluğu. Lohusalık daha ağır boyuta ulaşıyor anne için. Halbuki anne rahat olsa, özgürlük tanınsa anneye ondan daha iyi bakan olmaz bebeğine. Ki Efsun..." dedi ve bana baktı güvenle. "Zaten söyleyebileceğim hiçbir şey yok ona. İstediği zaman beni arayabilir. İhtiyacın olabilir, bebekle beraber endişeyi de doğururuz. Bildiğimiz bile bize yanlış gelir. Saat önemsiz beni arayabilirsin. Sadece şunu söyleyeceğim sana önce kendine iyi bak ki bebeğin de iyi olsun. Tamam mı kızım?"
Bana doğumda da kızım diye sesleniyordu. Bunun benim için ne kadar kıymetli olduğundan bi haber, bir taraftan sakallarını kesmiş Fetih, bir taraftan bana kızıymış gibi davranan hocam ve tavsiyelerine Fetih'in soruları eklendi. Tüm sorular soruldu, endişeler giderildi. Eve gitme vaktimiz gelmişti artık. Zeliha'nın evde olduğunu tahmin edebiliyordum. Fetih önce bana yardım etti hazırlanmam için. Çiçeklerim dedim, gelip alacaklar hepsini dedi. Bol bir siyah pantolon giydim, üzerine beyaz tişört. Küçük bir Sezen taşıyor gibiydim hâlâ içimde. Fetih saçlarımı topladı, istemesem de siyah bir hırka giydirdi. Terlemesin diye ince giydirdiğimiz kızımızı bu kez üşümesin diye giydirdik. Bahar bebeğiydi ama hava esiyordu yine de.
Fetih puseti dikkatle kaldırdı ve elini uzattı bana. Bir tek Burcu kaldı yanımızda. Tüm döküntülerimizi o topladı, taşıyabilecek mi diye yardıma koyulmayı düşündüm ama arka arkaya Merthan'la Zafer girdi odaya. Zafer'in hastanede olduğundan haberdardım. Mesaj atmıştı ama Merthan'dan haberdar değildim. "Neredeydin sen?" diye sordum Zafer'e ilk. Merthan üzerinde düz bir tişört ve altında siyah bir kotla fazlasıyla spor giyinmişti. Onu çok nadir böyle görüyordum.
"Sizin başhekimle denk geldik ya, adam meğerse benim babamın fakülteden arkadaşıymış. Öyle muhabbet muhabbeti açtı." dedi.
"Ciddi misin?" dedim şaşkınca.
"İkisi de Ankara Tıp, aynı dönemden. Tesadüf anladık. Benim babam da doktor deyince... İşte iş güç konuştuk." gözleri bir an Burcu'ya takıldı. "Hepsi eve mi gelecek?" dedi.
Merthan "Uyuyor mu?" diye sordu ve pusete doğru eğildi.
"Uyuyor." dedi Fetih ama üzerindeki tülü kaldırdı Fetih.
"Açık gözleri, yalan söyleme."
"Benim kızım gözleri açık da uyuyabiliyor. Geri çekil."
"Dur lan," dedi kabaca. "Senin kaşına gözüne gelmedim, yeğenimi görmeye geldim. Amcam,"
"Lanlu lunlu konuşma kızımın yanında." yine herkesin farklı telden çalmaya başladığı anda Zafer tüm döküntüleri topladı. Burcu'nun elinde bir tek bebek çantası kaldığında rahatladım. "Oğlum Efsun'un aynısı bu."
"Sezen." dedim istemsizce. Bu demesin istiyordum. "Adı Sezen."
Merthan beyaz dişlerini sergileyerek kocaman gülümsedi. Yüzündeki ifadeden anladım o beğenisini. Her ismi duyandan aldığım bu tepkiler beni o kadar tatmin ediyordu ki. Evet herkes çok sevsin istiyordum Sezen'e dair her şeyi.
"Sezen." diye seslendi kızıma. Sonra aniden "Bak elini kaldırdı." diye yükseldi. "Bak gördünüz mü anladı seslendiğimi. Ya oğlum bu kız var amca amca diye başının etini yiyecek senin, amcacı olacak. Anladı bak gördünüz mü, el kaldırdı." hepimize tek tek baktığında Burcu'nun "Şey... daha iki gün olmadı doğalı." dedi kısık sesle.
Merthan yeniden Sezen'e baktı. "Olabilir." dedi bozulmuş bir sesle. "Sonuç olarak ben ona Sezen deyince elini kaldırdı." öyle bir anlatıyordu ki Merthan, Sezen elini uzatıp selam amca demişti sanki. Merthan elini tuttu Sezen'in. "Memnun oldum Küçük Hanım. Hoş geldin seni bekliyorduk biz de."
"Ben de bir bakayım ya." dedi bu kez Zafer. Gözleri açık göremedim ben daha. Onun minik ela gözlerini merak ediyorlardı onları anlıyordum ama Fetih birazdan koşarak götürecekti bizi. İki koca adam pusetin önünde kız çöktü. Kızım onların yanında iki koca dev gibi kalmış adamın halinden bir yerden sonra sanırım birazcık korktu. Mızmız sesler duyduğumuz an Fetih de koptu sakinlik.
"Ya ben sizin..." dedi sonra cümlesini gözlerini kapatarak tamamladı ve tülü yeniden Sezen'in üstüne örttü. "Çıkın şuradan."
Odanın kapısından benimle beraber çıktığında üçü de tam arkamızdaydı. "Yalnız benim kucağımda hiç ağlamadı." dedi Burcu. "Hani haberin olsun sonra bana da uzak dur falan deme. Ben bir şey yapmadım."
"Ben de bir şey yapmadım. Ayrıca bebek bu ağlayası gelmiştir ağlamıştır. Bunca yolu ben onun için geldim. Ben de seveceğim."
"Ben zaten bir şey yapmadım. Küçücük bebeğe ne yapacağım? Onun eğitim masrafına kadar sözüm var, ben de seveceğim."
Fetih'in adımları ansızın durduğunda ben de durdum ve tek ayak üstünde arkaya döndü. "Ul..." duraksadı. "Kardeşim," dedi. Hepsine birden. "Karım siz gelin sevin diye mi doğurdu? Hoyrat hoyrat dolaşacağınıza ortalıkta çeki düzen verin kendinize evlenin, sizin de çocuğunuz olsun. Bu nasıl bir iş, Efsun doğursun diye mi beklediniz? Olacak iş bu ya? Fesuphanallah."
"Evlenmeyeceğim." dedi Burcu gayet net bir sesle. "Siz çocuk yapacaksınız ben de seveceğim. Biz Efsun'la bunları konuştuk zamanında..."
Zamanında.... On küsur sene önce. Hayretle Burcu'ya baktım.
"Benim de öyle bir fikrim yok." dedi Zafer.
"Beni zaten biliyorsunuz." dedi Merthan. Evet anladığım kadarıyla içlerindeki bebek sevme arzusunu tamamlayan tek kişi biz olacaktık uzun bir süre. Fetih'in elini bıraktım ve koluna girdim. Yanağımı yasladım koluna. Bu onun için bir anlam ifade etti ve soluklandıktan sonra yola devam etti.
Kapı önünde yaşanan bir araba tartışmasından sonra ben ve Burcu Sezen'in koltuğunun iki yanında, Zafer Fetih'in yanında otururken Merthan da kendi arabasıyla yola devam etti. Çok kısa da olsa gelip kızımı görmek istemeleri, sığındığım arka koltukta kızıma bakarken beni öylesine mutlu ediyordu ki bunu belli etmemeye çalışmak çok zordu. Koca koca adamlar, bebek koltuğunun minik bir kısmını kaplayan kızım için yollardan gelmişlerdi.
"İstanbul'da bir hayat önermem." dedi Burcu konuşulan konuya istinaden. Zafer'in Bursa'da çalıştığı hastanede çok mutlu olmadığını biliyordum ama daha önce hiç tayin fikrini duymamıştım. Bunda belki benim hastanem hakkında fikirlerimden sık sık bahsetmem ve son dakika karşılaştığı başhekimin etkisi olabilirdi.
"Mobbing gördüğün bir asistanlık dönemi mi İstanbul'un zorluğu mu?" diye sordu Zafer. Burcu bana baktı ve sevimsizce güldü.
"Yani şu an ikisini de aynı anda yaşadığım için biraz tetiklendim ama sanırım babamdan mobbing görmediğim bir yer." dedi. Her fırsatta İlbey amcadan bahsederken. Anladığım kadarıyla İlbey amca zorlamalarına devam ediyordu. Burcu her ne kadar mobbing dese de amacının iyi bir tarihçi yetiştirmekten başka bir şey olmadığını Burcu'ya söylemedim çünkü kızımı izliyordum. Dikiz aynadan sık sık bize bakan Fetih'in de şu an konuşulan konu pek dikkatini çekmiyordu. Arabayı oldukça dikkatli sürüyor, asla korna çalmıyordu ve kornaya abanan bir araca arkadan geçirmek istiyordu zaman zaman. Sezen neyse ki sese değil, temasa duyarlıydı.
"Sen ne düşünüyorsun Fetih?" diye direkt soru gelmeyene kadar da benliği bizdeydi.
"Yani..." dedi bir an, konuya odaklanamadı. "En iyisine sen karar verirsin. Biz ne desek boş ama buradayız. Taşınman gerekirse, evi hallederiz."
"Evet. Ben de hastaneyle alakalı her konuda yardımcı olurum. Sen kararını ver de."
Zafer düştüğü ikilemle devam etti yola. Havalimanına çok rahat ulaşacağı bir yerde de indi arabadan. Uçağı vardı, gidecekti bugün. Son kez Sezen'e baktı, nereden çıkardığını bilmediğim altını 'gitmeden vereyim' derken battaniyesinin köşesine iliştirdi.
Fetih'le yaptığım en yavaş araba yolculuğunun sonuna geldiğimizde evde kimler vardı tam olarak bilmiyordum ama Zeliha ve Emir arabanın sesini duyar duymaz kapıya çıktılar. Bahçe kapısından gördüm Zeliha'nın koşuşlarını. Emir'in ilk işi benim kapımı açmak oldu.
"Bebek nerde, bebek nerde?" diye sordu Zeliha hızla arabanın içini görmeden.
"Hoş geldiniz yenge."
Emir elini uzatıp uzatmamak konusunda kararsızdı ama kendim inebileceğimi anlayınca bir adım geri çekildi. Açtığı yeri Zeliha kapattı ama hızla.
"Efsun abla!" dedi neşeyle. "Alayım mı bebeği?"
"Ben alacağım." dedi Fetih bir şekilde duyup. Zeliha benim elimden tuttu ve yavaşça indim arabadan. Biraz yüksekti, atlamak beni korkuttu dikişliyken. Fetih'in ayağımı yere basmadan dokunuşunu hissettim ama belimde. İnişimi daha da yavaşlattı. Emir, Burcu ve Zafer'in taşıdığı her şeyi sırtladı ve önce bizim geçmemizi bekledi.
"Her şey hazır değil mi?" diye sordu Fetih.
"Evet evet her şey tamam."
"Evde kim var? Halamlar geldi mi?" diye sordu bu kez. Zeliha cevap vermedi.
Bahçedeki hamağımıza baktım. Sezen orada büyüyecekti. Sonra bahçedeki kedi evlerine. Belki kaybolduğunda oralara bakacaktık onların içine saklanmış olacaktı. Kedilerin mırıltıları bizim bahçeye girmemizle duyulmaya başlanmıştı. Onlara Sezen'i gösterecektim. Bahçede dikili olan her şeyi Sezen'le beraber sulayacaktık. Bu bahçede yürüyüp, koşmayı öğrenecekti. Burada düşecekti.
Kapıda bir kalabalığın bizi karşılayacağını biliyordum ama o kalabalığın içinden Osman Bey'in "Hoş geldiniz." sesini duyacağımı bilmiyordum. Sorun Osman Karadere değildi, onun sesinin altında kalan bir gölgeydi. Fetih'le aynı anda aynı şeyleri hissettik ve aynı kişiyi aradı gözlerim. Zühre Karadere eşinin tam yanında oğlunun gözünün içine bakıyorken Fetih'in elimdeki eli baskısını arttırdı.
Zühre Karadere evimdeydi, ilk kez. Onunla aynı çatı altına düşmüştük ama kendi evimde hiç yaşanmamıştı bu. Eşi kadar yüksek olmayan bir sesle "Hoş geldiniz." dedi ama Fetih'in aylar önce babaannesinin evinde dizginlediğim tepkisi yeniden kabardı. Belki bizim evimiz olduğu için, belki diğer elinde Sezen olduğu için. Ağzını açıp gözünü yumacaktı. O bakışından, gelecek tepkiyi çok net görebiliyordum.
İki gündür Sezen'in yanında bir başka sesin bile yükselmesine izin vermeyen Fetih'in kontrolsüzce yükselmesi ya da Sezen'in evimize bir tartışmayla girmesi... İki ihtimal de bana çok kötü hissettirirdi. Böyle bir şeye maruz kalmasın istiyordum kızım.
"Sen..." dedi Fetih gözlerini kısarken. Annesine bakıyordu ve aklı almıyordu burada olmasını. Yükselecekti. Zühre Karadere'nin kuracağı cümle Sezen'in ağlayışıyla kesildi. Doğduğu an ağlayışını bilincimi kaybettiğim için duymamıştım. Uyandığım zamandan beri de küçük mızmızlanmaları dışında sesi yükselmemişti ama şimdi bebek pusetinin içinden öyle yüksek bir ses geldi ki yerimden sarsıldım. Canı yanmış gibi adeta, fiziksel bir acı çeker gibi çığlık çığlığa ağlamaya başladı.
Gözümün önüne seneler önceki rüya geldi bir film sahnesi gibi. O karanlık mutfak, Zühre Karadere ve kucağındaki bebek. Sezen'in ağlayışı o mutfaktan mı yoksa pusetten mi geliyordu anlamıyordum. Fetih de korktu. Onun elindeydi ve sanki düşürdüğünü ya da bir yere çaptığını sandı. Sezen çığlık çığlığa ağlıyordu.
Üzerindeki ince tülü kaldırdık, hızla kucağıma aldım kızımı. Yüzündeki tüm kaslar buruşmuş, gözleri tamamen kapanmış nefes almadan çığlık çığlığa ağlıyordu. Fetih, Sezen'i aldığım gibi puseti yeri bıraktı ve kalakaldık. Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Vücudunu kontrol ettim, öylesine ağlıyordu ki kan izi bile aradım korkuyla. Aynı tutukluk Fetih'te de vardı. Ağlayan Sezen'le henüz tanışmamıştık.
Kızım adeta tepki verdi. O sese, içimdeki korkuya ve o bedene.
"Fetih." dedim elim ayağım birbirine girmişken. Ağladıkça hem onun canından hem de benim canımdan eksiliyordu adeta. İçimde bir dürtü koşmaya başladı. Nefes nefese kaldım. Ne oldu diye soramadım, ağlama diyemedim, tamam bile diyemedim. Ben böylesine duraksamışken Fetih muhakkak hareket ederdi ama etmiyordu. "Ne oldu ki?" dedim titrek bir sesle. Fetih'in elleri tamamen Sezen'i buldu, kucağımdan alacak sandım ama tutuşumu değiştirdi. Başımı sinesine yatırdı sırtını okşamaya başladı. Kulağının yanında rahatlatıcı mırıltılar çıkarmaya başladığında tek yapabildiğim sıkıca tutmaktı onu.
Sezen'in ağlayışı saniyeler sonra bitmedi ama şiddetini azalttı. Fetih'in pışpışlarının ötesinde kelimeleri duyulmaya başladı bir an. "Tamam..." dedi. "Tamam kızım... Özür dilerim." dedi zarar vermiş gibi. "Özür dilerim." dedi defalarca. Başının üzerine sayısız öpücük konduruyor, defalarca kez özür diliyordu. Neden özür dilediğini anlayamadım ama Sezen'in ağlayışı tamamen dindi.
Yüzünü tamamen sineme gömerken onu çok sarsmadan insanları aşıp eve girdik. Kimseye bakma fırsatım olmadı. Evimin içi çiçekler ve hediye paketleriyle doluydu, görüyordum ama bakamadım hiçbirine. Odaya çıktık hemen. Havalandırıldığı ve çarşafların yeni serildiği her halinden belliydi. Tertemiz bir koku vardı odada. Yatağımızın yanındaki beşiğin tüllerini Fetih eliyle kaldırdı. Başına dikkat ederek yavaşça yatırdım beşiğine. Gözleri açıktı, kirpikleri ıslaktı ve bana bakıyordu.
"Annem..." diyebildim yalnızca. Az önce tüm evi inletmemiş gibiydi. Fetih makyaj pamuklarımdan birini aldı ve ıslak kirpiklerini sildi dikkatle. "Hiç böyle ağladığını görmedim." dedim.
"Ağladı."
"Ne zaman?"
"Doğumda, sen bilincini kaybedince."
Onun kirpiklerini kurutmuştuk ama benimkiler ıslanacaktı. "Seninle alakalı olan mevzularda sesini çıkarıyor." dedi.
"Hı?"
Anlayamadım ne söylediğini. Belki çok dalgındım, belki Sezen beni allak bullak etmişti. Eli yüzüne ulaştı yanağını okşadı. "Aferin benim kızıma."
"Aferin deme, ağlamasın bir daha öyle. Bir şey oldu sandım."
"Duydun mu anneni?" Sezen babasını izliyordu artık ve gerçekten az önce kıyameti koparmamış gibi sakin bakıyordu. "Çatma kaşlarını dedim sana. Anne ne dediyse o." avucunun içinden öptüm. Küçücüktü, konuşamıyor, derdini anlatamıyordu ve yapabildiği tek şey ağlamaktı. Ben nasıl alışacaktım ağlamasına?
***
Sanırım Sezen sadece babasının yanındayken içimde bir endişe olmadan oyalanabilirdim. Sıcak suyun altında ağrıma dair direnirken gözlerim kapalıydı. Tüm vücudum suyla gerekirse buruş buruş olsun ama yine de tüm yorgunluğum aksın gitsin istiyordum bedenimden. Daha fazla durursam Fetih merak edecekti ve Sezen acıkmış olabilirdi.
Suyu ansızın kapattım ve gözlerimi açtım. Hızla toz pembe bornozumu giydim ve saç havlumu taktım. Aynaya bile bakmadan banyo kapısını aralarken buhar benden önce çıktı ve "Bak." sesini duydum. Bana seslendi sandım ama yataktaki Sezen'e söylüyordu.
"Bak alıyor musun kokuyu?" anlayamadım başta, kaldım kapı eşiğinde. "Anlıyor musun şimdi beni? Ya... Dedim ben sana."
Yalın ayak onlara doğru ilerlerken "Ne konuşuyorsunuz?" dedim. Sezen'in yanına doğru kıvrıldım. Fetih oturur vaziyetteydi artık ikimize birden bakıyordu.
"Aramızda."
"Nasıl aranızda?"
"Artık böyle."
"Kızım bana anlatır."
"Hayatta anlatmaz."
"Anlatır. Sezeeen..." dedim. Bu onun ismini ilk uzatışımdı. "Söyle kızım babana. De ben anneme anlatırım ki, de." kulağıma ona doğru yaklaştırdım. "Dedi!" dedim uzaklaşmadan. Sezen mimiklerimi görsün diye yüzüne bakıyordum. Biliyordum daha çok erkendi onunla konuştuğumu anlaması için ama yine de o anlayana kadar da ben elimden geleni yapmak istiyordum. Babası da aynı şekilde.
"Başka ne dedi?"
"Ama annemin anlattığı hiçbir şeyi babama anlatmam dedi."
"Allah Allah."
"Babamın anlattığı her şey annemindir ama annemin anlattığı her şey yine annemindir de dedi." Fetih'in gür kahkahası tepemizden ikimizin üstüne çöktü, güneş doğdu sandım.
"On küsur yıl." dedi güleç sesiyle.
"Ne?"
"O cümlenin orijinalinden böyle bir cümleye ulaşması bir de tekte söylemesi için on küsur yıla ihtiyacı var."
Elimi karnına bastırıp ittim. Yoksa alıp içime sokacaktım tepemde böylesine gülümserse. "Hayır, ben küçükken hep kuruyordum böyle cümleler. Babamın ağzı açık kalıyordu. Tabi sen küçükken on kelime biliyor, ateş yakabiliyor ve çocuk dövebiliyor olduğun için bilemezsin. Kızım da kuracak. Sezen ne diyor baban sana duydun mu?"
Fetih yeniden kahkaha attı. Keyfi o kadar yerindeydi ki, söylediklerime haddinden çok gülüyor, suyun alamadığı yorgunluğumu alıyordu. "Ben mi on kelime biliyordum?"
"Altısı küfür, ikisi anne baba, biri Zeliha sonuncusu da..." durdum düşündüm ve olabilecek en mantıklı şeyi söyledim. "Efsun. Evet sonuncusu da Efsun'du. Sakın çürütme bu fikrimi. On kelime biliyordun ve biri Efsun'du. Sakın çürütme, sakın, sakın! Sezen kulaklarını kapat hemen duymayalım!"
Hem kendi hem kızımın kulaklarını kapatmaya çalıştım ama Fetih'in de elleri araya girince karman çorban olduk. Sezen uyuyor olsaydı ucunu kaçırdığımız kahkahalarımıza uyanırdı. Fetih'in dişlerini elmacık kemiğimde hissettim. Çığlık atmamak için nasıl zor tuttum kendimi... Yüzüme çok yakın bir yerde gözlerimin içine baktı. Biraz ciddiyet bolca çapkınlıkla konuştu.
"On kelime hakkım olsa biri muhakkak Efsun olurdu zaten akıllım."
"İlk kelimen de Efsun muydu?"
"Son kelimem de Efsun olacak."
Göğüs kafesini yarsam kalbinden çıktığını kanıtlayabilirdim bu cümlenin ama elimden gelen yüzüne dokunmak oldu. Kısa bir an dudaklarımıza baktık. Bu son iki günün bedeli ruhen de bedenen de çok uzundu. Fetih'e uzanıp öptüğümde hissettiğim özlemin sebebi buydu. Dudaklarıma olan baskısı kemik hissettiren bir sarılma gibiydi. Derin bir nefes aldı dudaklarımın arasında. Yaşamı hissetmekti bu. Yaşadığımı hissetmek.
"Efsun."
"Hım?"
"İyisin değil mi?"
"Yemin ederim iyiyim."
Bazen ağrılar ya da süzüldüğüm boşluk beni uykudan uyandırıyordu ama olacaktı o kadar? Sezen için değmez miydi? Bin kat fazlası bile değerdi. Sezen'in acısını almıştım ben, bunu böyle kabul ediyordum. O yanımda ağrısız yatıyordu, ötesi mi vardı?
Alnı alnıma dayalı suskunca bekledi. "Sen iyi misin?"
"Ne kadar iyi olduğumu tahmin bile edemezsin." dedi gösterdiğinin ne kadarının da içeride olduğunu anlatmaya çalışırken. "Hadi kalk üzerini giydirelim de biraz uyu sen hazır mayışmışken."
"Yok." dedim hemen. "Halanlar burada."
"Yani?"
"Uyuyamam Fetih. Ayıp hoş geldiniz bile diyemedim insanlara. Uyumam."
"Sebep?"
"Diyorum ya işte ayıp, odalara kaçıp hemen uyudu mu desinler. Demeseler bile. Sezen'i bile daha doğru dürüst görmediler."
"Yan..."
"Fetih!" diye kızdım. "Yapma şöyle. Ayıp diyorum işte yine döndün ilk günlere. Ayıp."
"Ya kızım ne ayıp!" sonra Sezen'e döndü ve daha yumuşak bir sesle "Güzel kızım." dedi. "Ne diyor anne?" bana döndüğünde yeniden değişti sesi. "Boy boy çocuk doğurmuş insanlar da bu kadın neden uyuyor demez. Hanım yorgun, uyuyor diyeceğim."
"Hayatta olmaz."
"Fesuphanallah." dedi uzata uzata. Odalara kapanıp, resmen onları burada istemeyen, misafirlik bitsin diye surat yapan ve bebeğimi bile göstermeyen biri olmak istemiyordum. Çünkü karşımdaki kişiler bunları hak eden insanlar değildi. "Senin şu akraba konusunda gelenekçiliğin beni çıldırtıyor ya."
Çok az sesle bir taraftan saçımı kurutan diğer taraftan saçlarımı fönleyen bir alet almıştım bir süre önce. Fetih'in gereksiz masraf diye konuştuğunu hatırlıyordum ama şimdi onu kullanırken iyi ki almışsın diyordu. Ya ben banyoya gidip saçlarımı kurutacaktım, bunu istemiyordu, ya Sezen'i o kurutma sesine maruz bırakacaktık ama ikisi de olmadı. Çıkan sesten Sezen rahatsız olmadı, ince telli saçlarım da çabucak kurudu.
İkimizin de gözleri Sezen'in saçlarındaydı. Hiç de üç beş tel değildi saçları. Gayet ele gelirdi. Benim saç rengimden ayırt edemeyeceğim kadar aynıydı. Şimdi bizi izliyordu ama biraz daha büyüsün babası onun da saçlarını böyle kuruturdu. O var olan ses Sezen'i uykuya itiyordu. Bir annelik refleksi olarak dedim ki "Fetih uyumadan emzirmem lazım. Önce yesin sonra uyusun."
Fetih hızla yüzümü nemlendirdi ve pijamamı giydim. O emme refleksi bir bebek kadar olmasın anne için de bir velinimetti. Sezen'in bir ayrılan bir birleşen dudaklarına baktım. Fetih yüzüne yakın olan elinden tutup öptü ve kucağıma bıraktı. Odamıza kimse girmezdi. Ta ki bugüne kadar. İn çık yapmam Fetih'in mahrem perilerinden daha kötüydü. Fetih'in üç halası da odamıza girdiğinde doğrulmak istedim ama hep bir ağızdan engel oldular. Sezen Fetih'in kucağındaydı, sırtı sıvazlanıyordu.
"Görev tamam." dedi bir zaman sonra. Beşiği yavaşça bana daha çok yaklaştırdı, Sezen'i beşiğe yatırdı. "Hazır herkes buradayken ben bir aşağı iniyorum." dedi. Kapının girişinde Zeliha'yla karşılaştılar. Kulağına eğilip bir şey söyledi, Zeliha başını salladı sadece. Başka da bir konuşma geçmeden aralarında Zeliha odaya girdi ve kapıyı hafifçe örttü. Örtmesin istiyordum, bir ses yükselecek mi duymak istiyordum.
"Dünyanın en güzel bebeği neredeymiş?" Zeliha beşiği hiç görmüyormuş gibi birkaç adım attı ve ansızın Sezen'i gördü. Ağzı kocaman açıldığında "Aaaa!" dedi. "Buradaymış! Halasının güzelliği, halasının bir tanesi."
"Zeliha büyüdü de hala oldu." dedi Güzide Hala.
"Hayır bu cümle böyle değil, Fetih büyüdü de baba oldu diyeceksin. Adına karar verdiniz mi Efsun abla?"
Herkesin gözü bana değdi. Heyecanla onlara baktım ve fısıldadım. "Sezen."
O yüzlerindeki gülümsemeler, mırıltılı şekilde fark etmeden Sezen deyişleri, o beğenmişlik... Adeta yatakta ayağa kalkacaktım. "Sezen mi?" dedi Zeliha sesini incelterek. Beşiğin önünde diz çöktü. "Sezen." dedi, kaşlarını bükmüşken. Bir bebek gibi konuşuyordu. Benim koca bebeğim küçük bebeğimi seviyordu sanki. Gözleri parlıyordu çöktüğü beşiğin dibinde. "Sezen... Çok güzel. Sezen Karadere."
Zeliha ayaklanıp kucağına almak istedi ama "Aniden kucağına alma kızım, kusar. Yeni emdi." dedi Güzide hala. Zeliha'nın elleri havada kaldı omuzları düştü. "Tamam." dedi dizginlemeye çalışırken kendini. İki elini yüzüne sardı Sezen'i izledi. "Allah'ım çok güzel. Hala baksana." ona en yakın olan en güleç, en küçük halasıydı. Gerçek bir Pollyanna olan Fatma halası ama benim için daima Atakan'ın annesi. Düne kadar onun oğlu benim kucağımdaydı. Şimdi benim kızıma bakıyordu. Atakan'ı kucağıma ilk aldığımda nasıl tepki vereceğinden çok korkmuştum. Çünkü o zamanlar bir evim yoktu, Fetih'ten başka ailem de yoktu. Neye dokunsam onun bana ait olmadığını hissettiren bakışlar vardı. Çekincelerim vardı.
Efsun... Efsun nereden nereye. Ah Efsun! Ah!
"Baksana çok güzel. Yemin ederim delireceğim. Abim nasıl sabrediyor?" dedi. Zeliha haşin sevgisinden nasıl sakındığını sorguluyordu ama bilmiyordu ki Fetih ona dokunmaya bile korkuyordu.
"Annesine çekmiş." dedi Fatma hala. "Efsun kızım eldiven takmayacak mısınız?" diye sordu. Herkes başka bir noktadaydı. Güzide Hala her şeyiyle bana bakıyordu, biri bebekle ilgileniyordu, bir diğeri çıkardığı sarı bir eşyayı beşiğe yerleştirmeyi çalışıyordu.
"Yani." dedim. "Hiç aklıma gelmedi benim."
"Eli yüzüne çok yakın duruyor. Çizerse yüzünü çillerinden fark etmeyebilirsiniz. Eldiven takın." dedi. Telaşla kalktım yerimden. Bunu hiç akıl etmemiştim. Doğru söylüyordu, elleri kıpır kıpırdı. Çillerinin çok yoğun olduğu bir yeri çizerse fark etmeyebilirdik. Fetih'in ortanca halası "Benim kızım saçlarını çekiyordu acıdan ağlıyordu ama kendisinin yaptığını da farkında değildi, saçını da bırakmıyordu. Bebekler tuttu mu bırakmazlar hiçbir şeyi." dedi. Bebek çantasından hızla bir eldiven aldım. Sezen'in ellerine taktım. Tırnaklarının sivri tarafları vardı, doğru söylüyorlardı.
"Tamam." dedim rahatlamış bir sesle. "Taktım. Başka bir şey yapayım mı?"
"Gel otur." dedi Güzide halam yatağa vurup. Uzanmadım, oturdum tamamen. Ayaklarım yere sarkıyordu. "Telaş yapma her şeyi yavaş yavaş öğreneceksin. Hangimiz biliyorduk ki ilk çocuğumuzda? Ya büyüklerimiz söyledi ya da yaşaya yaşaya öğrendik. Biz doktor da değildik. Bak büyüdü ama hepsi."
"Bilmiyorum..." dedim titrek bir sesle. Sesim neden titredi bilmiyordum. "Bilmiyorum ne nasıl olacak. Hiçbir şey bilmiyorum. Çok küçük. Baksanıza." nefesim dudaklarımdan acıyla aktı. "Konuşamıyor. Biz anlayamazsak acı çekmeye devam edecek belki. Yeri rahat mı mesela şu an? Ağrısı var mı, keyfi yerinde mi, sıcak mı soğuk mu, kıyafetinde bir yer batıyor mu... Bir sürü soru var aklımda. Hiçbirinin cevabı yok. Ağlayabiliyor sadece. O zaman da ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Sütüm yetiyor mu mesela, tokluk hissi ne kadar? Odada hoşuna gitmeyen bir koku var mı? Yetebiliyor muyum acaba ona? Ucu bucağı yok bu soruların. Düşündükçe aklıma yenisi geliyor."
Gözlerimdeki birikinti akmasın diye tavana baktı, dağılsınlar diye bekledim. Gülizar hala saçlarıma dokundu. "Şşşt." dedi. "Biz buna lohusalık diyoruz."
Bunu biliyordum ama benim bildiğim lohusalık geçiciydi. Bu hissim sanki hiç geçmeyecek kadar kuvvetliydi ama içimde. Onu çözemiyordum işte ben. "Bak ben sadece neyi çok iyi biliyorum biliyor musun Efsun?" dedi, ona baktım. "Anne neyse bebek de o oluyor. Anne sağlıklı beslendiyse bebek de sağlıklı oluyor. Anne mutluysa bebek de mutlu oluyor. Anne stresliyse bebek de stresleniyor. Bak bunların hiçbiri babaya geçerli değil. Bebeğine en yakın kişi sensin şu an. Uçaklarda hava maskesini ilk kendinize takın derler. Ondan farkı yok. Bak kızımıza. Sence bir sıkıntısı olsa, böyle rahat rahat annesine bakar mı? Nasıl canlı bakışları. Nasıl senden ayırmıyor gözlerini. Nasıl biliyor annesini."
Güzide hala anlattıkça, yaşlar kontrolsüzce birikti ve bir su barajı gibi patladı. Sezen'in yüzüne bakamadım o an, yüzümü örttüm. O da yetmedi, Güzide halanın koynuna doğru düşürdüm başımı. Seneler önce beni kızlarından ayırmadan evlendirmişti, şimdi bir anne gibi konuşuyordu. Sezen ağzımdan çıkan hiçbir sesi duymasın diye elimi ağzıma bastırdım. Sarıp sarmaladı beni. Neden ağlıyordum onu bile bilmiyordum. "Ağlayabilirsin." dedi. "Biz bizeyiz."
Sırtıma yaslanan başın Zeliha olduğunu biliyordum. Eskiden bunu Fetih'e yaslanarak oldukça sesli bir şekilde yapardım ama şimdi çok sessizdim. Çok ağlıyordum ama hiç sesim çıkmıyordu. Bir zaman sonra başımı kaldırdım sinesinden "Bitti." dedim. Zeliha yanaklarımı sildi. O da ağlamıştı sanırım. "Teşekkür ederim."
"Asıl biz teşekkür ederiz. Seni Fetih'in karşısına çıkaran her vesileye şükürler olsun. Şükürler olsun ki Fetih gibi zor bir adama Efsun sizi istiyor, ayıpmış böyle odalara kapanmak dedirten biri gelinimiz oldu. Bizim oğlumuzu kimse senin kadar mutlu edemezdi, kimse senin kadar yakışmazdı yanına, kimse bu kadar kadir kıymet bilmezdi. Fetih bizim göz bebeğimiz. Onun bebeğini görmeyi nasip ettin. Hepimize ama önce annemize."
"Sultan babaanne..." dedim. Onunla sık sık konuşuyorduk telefonda aslında ama sanırım gelememişti.
"Gelecekti ama çok durmazdı. Yaşlı biliyorsun. Herkesin eli ayağı sende olmalı, gelip de kendisiyle uğraştırmak istemedi. Kırkı çıkınca mevlide gelecek ama. Seninle de müsait olduğun bir an konuşacakmış. Sen ne zaman ararsan."
Telefonumu aramak için kafamı çevirdim ama Zeliha hiç uğraştırmadan beni uzattı telefonumu. Burnumu çektim. Fetih neredeydi? Biliyordum nerede olduğunu ama burada olsun istiyordum. Evimin hiçbir odasında ağır cümleler kurulsun istemiyordum. O kötü hal yayılsın istemiyordum. Evimiz Sezen kokuyordu. Hiçbir olumsuzluk olsun istemiyordum. Herkese rağmen. Hiçbir şey Sezen'in önüne geçmemeliydi.
Sultan babaannenin numarasına basarken boğazımı temizledim. Ağladığımı hissetsin istemiyordum.
"Efsun." diye açtı her zamanki gibi telefonu.
"Babaanne nasılsın?"
"Kızım... Kurban olurum ben sana. Hamdolsun iyiyim ben, sen nasılsan?"
"İyiyiz çok şükür. Ancak kendime gelebildim."
"Kurban olurum ben sana. Allah analı babalı büyütsün yavrum, tırnağına taş değmesin, şerden korusun güzellikten saptırmasın."
Her bir kelimeye içimden defalarca kez amin dedim. Binlerce kez amin. Sezen'in bu kadar dua alması beni öylesine rahatlatıyordu ki, tahmin dahi edemezdi kimse. Anneme sormak isterdim, bu denli dua alıp almadığımı. Ve cevabının da kesinlikle hayır olmasını dilerdim.
"Kime benziyor?"
"Bana diyorlar." dedim. Fetih'in ortanca halası güldü ve "Kızım kendimi doğurdum desene." diye girdi araya. "Ama kimse ayrıntıları görmüyor. Çenesi kirpikleri... Bakışları. Fetih hep. Biliyor musun kaşları çatık doğdu. Hâlâ çatık." ben bunları söylerken oldukça ciddiydim ama herkes güldü ve Sezen'e baktı.
"Ölürüm ben ona. Senin güler yüzünü almak varken... Babası kılıklı mı oldu başına? Bir tane bize yetiyordu."
İkincisine hayır demezdim ama bunu dillendirmedim. "Kırkı çıkınca mı geleceksin?"
"He ya. Kızlara da söyledim çok durmasınlar. Lohusa kadının evinde öyle uzun uzadıya misafirlik olmaz."
"Hayır hayır niye öyle söyledin babaanne?"
"Şşşt." dedi. "Bırak da bunu ben söyleyeyim. Bebeğinle koyun koyuna kal. Babası ne güne duruyor, başkasına ne hacet? Sadece senden tek bir isteyeceğim kızım."
"Dinliyorum." dedim pür dikkat. Kendimi muhtaç hissediyordum. Tecrübesi olan biri bana yeter ki hiç aklıma gelmeyen bir şey söylesin başka hiçbir şey istemiyordum insanlardan. Sezen yüzünü çizseydi kendimi çok suçlardım o eldiveni takmayı akıl edemediğim için.
"Az pişmiş dalak." dedi. "Kan kaybetmişsin doğumda, az pişmiş dalak pişirdi Zühre onu ye."
Zühre, dalak, az pişmiş... Daha korkunç çok az cümle duymuştum. "Babaanne." dedim.
"Kızım. Sen kendini toplamasan o çocuk nasıl iyi olacak? Fetih doğarken de aynı şey geldi başımıza. Zühre'nin elleri sapsarıydı kan kaybetmekten, yedi de toparlandı. Ben söyledim, pişirdi. Git ye onu."
Bir ihtimale o kadar uzaktım ki dalak yeme ihtimalime takılamıyordum. Ellerime baktım. Sararmıştı. Zaman zaman baş dönmelerimin sebebini de biliyordum ama yine de Zühre Karadere'nin yaptığı bir şeyi yemek... İçimden gelmiyordu.
"Babaanne gerçekten..."
"Zühre yaptı diye yemek istemiyor musun?" diye sordu açıkça. Sesinde bir tepki yoktu. Aksine anlayış vardı. "Eğer ondansa kızlara söyleyeyim onlar yapsınlar. Yeter ki ye. Zühre aradı beni sordu diye ben ona anlattım."
"Ben..." duraksadım. "Dalak yemek istemiyorum." dedim yalnızca. "En azından şimdi."
"Sonra?"
"Bilmiyorum."
"Zeliha sana lohusa kuymağı yapsa?"
"Onu yerim." dedim. Hoşafla beslenerek eski gücümü toplayamazdım biliyordum. Zeliha'yı istedi telefona, gönderdi mutfağa. Sonra diğerleri de mutfağa gitti peşinden. Güzide Hala beyaz bir havlu koydu kapıya. Nazardan korurmuş öyle dedi. Herkes odadan çıkınca yatağa geri yattım, Fetih'in yokluğunu daha çok hissettim. Ne yapıyordu bunca zaman? Aşağıdan sesler yükselmemişti. Belki de yükselmişti de bana ulaşmamıştı. Bizim Fetih'le kavgalarımız hep yakın mesafeden olurdu, o kadar uzaktan ne o ne ben bağırmıştım. Cenin pozisyonu alıp Sezen'e baktım. Uyuyordu. Babası da kapıyı yavaşça araladı zaten, hiç huylanmadı.
Durgunlaşmıştı. Boşlukta olan gözleri bana dokununca gülümsedi ama biliyordu ki benden kaçamazdı. Sırtını yatak başlığına yaslayınca bacağına yattım. Saçlarıma dokundu. "Uyumuş."
"Babası gelmeyince..."
"Babası." dedi. Sezen'in babası. "Neredeydi?" diye sordum.
"Biraz işleri vardı."
Cevap vermedim. Benim derdim, ki artık dert değildi, bir yabancıylaydı ama onunki annesiyleydi. Ne büyük bir acıydı. Bu hayatta benim de anlamayacağım acılar vardı. Mesela ben annemi anne olduğumda görmek için çok şeyimi feda ederdim. Dert düşmandan olmalıydı.
"Sultan babaanneyle konuştum. Annene dalak yapmasını söylemiş."
"Biliyorum." dedi.
"Tam şu an ne geçiyor aklından?" zihninin içini görmek istiyordum ama söz konusu annelik olunca fikir olarak birbirimize uzaktık. Belki de uzak olduğumuz en belirgin özellikti.
"Keşke insan annesini seçebilseydi." kalbimi taşladı. Otuzuma adım adım gidiyordum bir gün bile yoktu bu cümleyi düşündüğüm. Annem ölmüştü. Hem de iki kez. Yine de başka anne ihtimali düşünmemiştim. Sezen'e baktım titreyerek. Böyle bir şey düşünme ihtimali bile beni kırkıma yaklaştırdı, içim karardı, nefes alamadım. Fetih'in bacağını sarıldım.
"Sezen yüz kere dünyaya gelse yüzünde de seni seçerdi." dedi. O an kurduğum empatiyi mi fark etti yoksa tamamen içinden mi geldi bilmiyordum. "Ben bin kere dünyaya gelsem birinde bile annemi seçmezdim, dedim. Birkaç dakika önce."
Bu ilk kez bana kullanılmamıştı. Bedenim üşüdü. O an anladım. Aşağıda yüksek sesler değil büyük cümleler kullanılmıştı. "Ya artık yaşlandı savaşacak gücü kalmadı diye ya da gerçekten çok pişman. Bir çocuk gibi ağladı karşımda. İsterdim biliyor musun Efsun annemin yaptığı şeyi gözüm kapalı sana kaşık kaşık yedirmeyi. Annem yaptıysa vardır bir bildiği, işe yarar diyerek hemen bir tabak kapıp sana getirmeyi isterdim." buz gibiydi sesi. İçi boş sandım. Gırtlağına kadar doluydu ama içi boş sanırdı insan. "Bak ben kindarım. Biraz kinimden dök onu çöpe, Efsun'a yedirmem dedim ama tek sebebi bu değil. Şimdi dünya üzerinde tek yiyecek o kalsa sana yedirmeden önce ben yerim Efsun. Anlıyor musun Efsun?" dedi, sonra dudaklarından ufak bir ıslık döküldü. "Bu benim aklıma geliyor. Çok korkunç Efsun. Çok korkunç. Kanım donuyor. Neyse ben yaparım sana dalak. Yapamaz mıyım?"
"Yaparsın." dedim.
"Yaparım." bana eğdi yüzünü, birkaç noktaya dudaklarını bastırdı. "Neyse ki insan kızının annesini seçebiliyor. Sezen büyüdüğünde beni bu üstün başarımdan dolayı ödüllendirmeli." dedi.
"Nasıl bir ödül arzu edersiniz Fetih Bey?"
"Dizimin dibinden ayrılmasın yete..." dudaklarına bastırdım parmağımı.
"Lütfen daha gerçekçi isteklerde bulunun Fetih B.." dudaklarıma bastırdı parmağını.
"Bu benim en gerçekçi arzum inan." dedi ve Sezen'e baktı. Annemcilik yapamadım, kıyamadım ona. Bahsetmedim gerçeklerden. İkimiz de aynı anda Sezen'i izliyorduk. Önce dudaklarını titretti sonra esnedi. "Burcu haklı olabilir mi ya tembellik konusunda? Uyurken bile esniyor."
"Sen de esniyorsun Efsun."
"Hayır ben esnemiyorum."
"Efsun elimde kanıt var." dedi, sustum. "Eldiven takmışsınız."
"Yüzünü çizebilirmiş bir de saçını çekebilirmiş. O yüzden." dedim. Tam da bunu kanıtlamak ister gibi iki elini yüzüne bastırdı. Esniyor muydu ne yapıyordu anlamıyordum ki. Ayaklarını da çok sık hareket ettiriyordu zaten. Kıpır kıpırdı. Uykucu ama kıpır kıpır. Uyumaktan da hareket etmekten de geri durmuyordu. Kan kırmızı dudakları, minik burnu, küçük çenesi ve uzun kirpikleri. Yüzünü zihnimin baş köşesine çizmek istiyordum. Her geçen gün hızla büyüyecekti, her anı aklımda kalsın istiyordum. Fetih çenesini başıma yasladı, abudik gubidik hareketler yapan kızımızı izledik. Dünyanın en güzel aktivitesini ikimiz de bu yaşımızda keşfetmiştik.
***
"Maşallah benim torunuma."
Osman Bey'in bıyıkları Sezen'i huylandırıyor olacak ki ellerini dedesinin yüzüne siper ediyordu. Kocaman, çocuklarıyla bile mesafeli gördüğüm bu adam şimdi karşımdayken düzgünce oturmuş ellerimi dizime bastırmıştım. Sanki Sezen biraz büyüse dedesi onunla saklambaç bile oynardı.
"Urfa merkezde bizim ev kadar olmasın büyük bir evimiz var, Muğla'da büyük bir yazlık."
"Evet." dedim dikkatle. "Urfa'daki ev Sezen'in, Muğla'daki yazlık senin. En yakın zamanda yine geleyim tapu işlerini yapalım. Sen yaşı gelince Sezen'in üstüne yaparsın." Mendille Sezen'in ağzını sildi alnını öptü arka arkaya. "Az bile torunuma da şimdilik bu kadarı olsun sembolik."
"Osman Bey çok incesiniz ama ne benim ne de Sezen'in ihtiyacı var. Teşekkür ederim yine de."
Fetih burada olsa bana kızardı ama o hazır duştayken reddettim. Daha önce bu konu aramızda açılmıştı ve oldukça rahat bir şekilde demişti ki 'Bir zahmet versin.'
"Hediye ihtiyaç olduğunu için verilmez zaten." dedi babacan bir tavırla. "Ben o yazlığı gelinimin niyetiyle, evi de ilk torunumun niyetine almıştım. Aynısını babam da Fetih'e yaptı. Dedem de bana yaptı." bunun bir gelenek olduğunu biliyordum. Zamanı gelince bunları duyacağımı da biliyordum ve bildiğim bir şey daha vardı ki bu konuda Sezen adına konuşmamalıydım.
"Tamam o zaman Sezen için olanı kabul edeyim. Aranıza giremem ama..."
"Aması yok bunun Efsun." dedi. Sakallarının battığını sanırım fark etmişti artık başından öpüyordu. "Torunumun ne kadar hakkı varsa onu doğuranın da hakkı var. Ben babamdan öyle öğrendim. Karıma ne gerekiyorsa yaptım, gelinime yapacağım. Fetih de yapacak. Gidersiniz çoluk çocukla yazlığa, torunumun da kökünün olduğu yerde evi yurdu olsun."
Fikirleri değişmeyecekti biliyordum. Bu bir gelenekti, sürüp gidecekti ve işin doğrusu Sezen'in babasının doğduğu topraklarda yuvasının olması ve bunu düşünmeleri içimi sarıp sarmaladı. Sezen'i seven herkese kızımı sevdikleri için bile minnettardım. Kızıma günün birinde sorduğu biri için sevilmediğini söylemek korkutmuştu beni. Bu dedesi de olsa, babaannesi de olsa. O kadar sevgi görsün ki neden sevmiyor sorusundan bile bir haber olsun istiyordum.
"Biz yarın gideceğiz." dedi. Fetih mi bu kadarına müsaade etmişti yoksa tamamen kendi istekleri miydi bilmiyordum. "Gitmeden senin de iznin olursa Zühre gelip görsün mü bir kez?" içeriden gelen su sesi bu soruyla eş değer olarak kesildi. İkimiz de aynı anda banyo kapısına baktık. Bizi duyması imkansızdı ama hissetmesi muhtemeldi. Bu soru bana bir boşluk verdi sadece arafta bile bırakmadı.
"Bu sorunun muhatabı Fetih, Osman Bey." dedim. "Ben seneler önce bile çocuğumun adımlarının önüne geçmem demiştim ama Fetih için aynı düşünce geçerli değil ve ben bugün Fetih'in alacağı her karara saygı duyarım."
Fetih'in ne diyeceğini bildiğim için mi bu kadar rahattım? Zühre Karadere şimdi gelse kızımı kucaklasa ne hissederdim? Bunların cevabı yoktu. Rahatsız olurdum, bunu biliyordum ama tepkinin boyutunu tahmin edemiyordum.
"Sen tamam dersen..."
"Fetih'in bana olan zaafını kullanmam Osman Bey. Böyle bir konuda özellikle asla." bunu bekliyorlardı benden farkındaydım. "Özellikle zamanında bana bolca annelik üzerinden dem vuran biri için."
"Efsun her şey değişti." dedi.
"Biliyorum. Emin olun içimde hiçbir kötülük kalmadı. Bakın aynı çatıdayız, ben sizin evinizden ayrıldığımda aynı çatı altında olmak bile beni krizlere sürüklüyordu. O şimdi burada ve bana hiçbir zararı yok. Kızımı ondan saklamıyorum ama Fetih..."
"Açıkça gitmemizi söyledi."
"O da size git demek istemezdi." dedim kırgınca. Fetih'in o dargın sesi aklımdaydı. Bana yaklaştı. Elini saçlarıma koyduğunda şefkatle okşadı.
"Yaptığı yemeği dökmedi. Onu yersen bir barış adımı olmaz bize, kızı için her şeyi yapan anne olursun. Buysa çekindiğin, Zühre umutlanmaz. Zühre ancak Fetih alıp sana verseydi umutlanırdı ama o seni de biliyor, oğlunu da. Dökmedi. Yesin dedi. Yemeye zorla kendini, kan yapar."
Sezen'i dikkatle beşiğe yatırdı ve çıktı odadan. Son kez saçlarıma dokundu çıkmadan. "Kızım." dedim. Tenim Sezen'in teninin yanında daha bir sarı kalıyordu. Beşiğinin önünde çöktüm, yüzünü kaşımaya çalışıyordu ama eldivenleri izin vermiyordu. "Dedenin bıyıkları çok mu uzundu? Tabi herkes baban gibi gidip kesmez. Biz de anlayışlı olalım. Kaşıyayım mı yüzünü?"
Tırnaklarını hafif hafif yüzüne sürttüm. "Sevdin mi dedeni?" elini biraz havaya kaldırdı. Sanırım bu evet demekti. "Evet kızım o da seni çok sevdi. Hı? Ne dedin?" kulağımı biraz ona yaklaştırdım. Mimiklerimi dikkatle takip ediyordum. "Evet, bence de. Seni sevmeyen insan dünya üzerinde yok zaten. Baban dedene benziyor fark ettin mi?" ağzından minik minik sesle çıkarıyordu. Gözlerim kocaman açıldı.
"Aferin benim kızıma! Nasıl dikkatli!" çenesinden öptüm sinesini kokladım biraz. "Oh." dedim. "Oh ne güzel doğurmuşum." bu yaşıma kadar yaptığım en güzel şeydi ve bunu farkındaydı. Elini dudaklarımın üzerine koydu. "Ne güzel yapmışım ne güzel yapmışım. Oh. Ne güzel kokuyor ya benim kızım. Benim kızım ne güzel kokuyor."
"Ben de bakayım." dedi. Sezen'le o kadar yüksek sesle konuşuyordum ki banyonun kapısının açıldığını görmedim.
"Koş babası koş." dedim. Sezen bizim bu hararetimizle ellerini daha hızlı oynatmaya başladı. "Koş hepsini ben koklayacağım yoksa." Fetih o mesafeyi koşarak aştı. Boşta kalan sinesine o sokuldu. Fetih'in baskın kokusu hem Sezen'i hem de benim sarıp sarmaladı.
"Ooo," dedi. "Bu nasıl bir şey böyle? Ben nasıl saklayacağım bu kokuyu? Oh benim kızıma." Biz Sezen'in kokusunu övdükçe, benim huysuz kızım, benim akıllı kızım minik tatlı bir şaka yaptı. Artık bez arıyorduk ama asla burnumuzu kapatmıyorduk.
***
"Evet sevgilim aynısı zaten." plakların önünde durduğumuzda aynadan Sezen'le görüntümüze baktık. Benim ağzımdan çıkan 'acaba pişik mi oluyor' cümlesi Fetih'i bu saatte nöbetçi eczaneye sürüklemişti.
"Birebir mi? Bak başka eczane arayabilirim."
"Birebir. Sadece üretici farklı. Formülasyon aynı. Sen al onu gel."
"Biz bir şeyi mi yanlış yaptık, nasıl pişik olabilir aklım almıyor." dedi.
"Muhtemelen ben kuruntu yaptım." diye itiraf ettim. "Sen gittikten sonra yeniden baktım. Bizim birazcık bir parmak baskımız bile kızarıklık yaratmış olabilir. Islak mendil ya da. Pişik yok ben korktum sadece."
"Olsun." dedi hiç kızmadan. Eşofmanlarıyla eczacı dolaşıyordu. "Biz alalım da önlemimizi. Elimizin altında dursun." Ayakta fazla durmak başımı döndürüyordu artık. Kalbim biraz hızlı atmaya başladığında Sezen'i daha hızlı tutup elimdeki Sezen Aksu plağıyla en yakındaki koltuğa oturdum. Bugün buradaki herkes bana çok hareket ettiğimden bahsetmişti. Etrafta çok dolanıyordum, çok erkendi söylediklerine göre. Sanırım Sezen'e evimizi gezdirmek için sahiden erkendi. Oturduğum yerde yavaş yavaş soluklandım, kalbimin yavaşlamasını bekledim.
Sezen dikkatle evimize bakıyordu. "Bu çiçeklerin hepsi sen doğdun diye geldi biliyor musun?" Salon bir botanik bahçesi gibiydi. En yakın zamanda Fetih bana bir sürü vazo almalıydı ve ben çiçeklerimi vazolara koymalıydım. "Bir de hediye paketlerini gör. O giyinme odası dolmuş da taşıyor. Onları beraber açalım olur mu? Hepsi senin için geldi."
Kucağıma aldığım plağa baktım. Sezen Aksu'nun, Minik Serçe şarkısıydı. Fetih gelince takalım ve dinleyelim istiyordum. "Biz plakları çok severiz biliyor musun Sezen?" En sevdiğim plağın keskin bıçak olduğunu ona söyleyemedim ama en sevdiğin aynı kalacak mıydı bilmiyordum. Elimde minik serçe plağı vardı. İçimden kuvvetli bir ses kalacak, her şeye rağmen değişmeyecek diyordu.
"Hani sen karnımdayken hep şarkılar duyuyordun, onlar hep bu plaklardan çıkıyordu. Bence sen Sezen Aksu'nun sesine aşinasın. Hı?" durdum kızıma baktım. "O kadar da değil mi anne diyorsun? Ama Sezen hep dinliyordum ya. Bence hatırlayacaksın."
Ansızın ağzından beyaz koyu bir sıvı aktığında hem onun hem de benim üstüme döküldü kusmuğu. "Helal." dedim ve hızla duruşunu düzelttim. Saniyelik bir kusuştu ve hiç kusmamış gibi bakıyordu bana. Göz göze geldik ve "Kustun." dedim. Koltuğa yatırıp dört bir yanına yastıklar koydum. Pamuklu bezi alıp onun ağzını sildikten sonra temiz kısmıyla üstüne damlayanı sildim. Saçıma kadar gelmişti.
"Bekle ben hemen geliyorum tamam mı?" mutfağa doğru hızla gittiğimde Şeftali ve Eros'un yataklarının olduğu kapıyı kapattım. Henüz tanışmamışlardı. Önce Sezen'in kokusuna alıştırıyorduk ikisini de. Ondan sonra dikkat edeceğimiz tek şey ilk iki sene kimseyi kimseyle yalnız bırakmamaktı. Eve yeni biri geldiğini farkındalardı. Benim ve Fetih'in etrafında dört dönüyorlardı. Karabaş'ı da uyandırmamak için ne kadar yavaş hareket etsem de Sezen'e seslenme ihtiyacı duydum. Sesimi duysun burada olduğumu bilsin istiyordum.
"Buradayım annecim geliyorum hemen." Saçımı ve üstümü silip ellerimi yıkayana kadar elli yere çarptım. Sezen'i kimse yanında yokken tek bırakmak sanırım benim yapabileceğim bir şey değildi. Hızlı adımlarla salona geri döndüğümde gözüm hemen Sezen'i görmek istedi ama ayaklarının dizinin dibine oturmuş Zühre Karadere düştü payına. Sezen'in altına benim sermediğim beyaz bir şey vardı ve bütün yastıklar çekilmişti etrafından. Vücudumdan geçen titreme bana doğum anımı hatırlattı.
"Sezen." dedim korkuyla. Çarpıntım öylesine arttı ki Zühre'nin gülen yüzünü görmek mümkün değildi. Beynimde bir şimşek gibi çarpan anlar sağnak bir yağış gibi dökülüyor, zemine çarpıyor ve kalp atışlarımı hızlandırıyordu. "Hayır hayır." dedim, onlara vardığımda Zühre ellerini Sezen'den çekti.
"Efsun." dedi. "Bir şey yapmadım."
Sezen gözlerini ilk kez gördüğü kadına dikmişti. Her yeni şeye olduğu gibi ona da dikkatle bakıyordu. "Yarım kundak yapacağım. Rahat uyusun diye. Bak bacakları hiç durmuyor, uyanır durur kundak yapmazsan. Sen de izle, sen de öğren." ne hayır diyebildim Sezen'i çekip alabildim. Ne evet diyebildim rahat rahat izleyebildim. Tutuldum kaldım. Bundan cesaret aldı Sezen'e dokundu tekrar. Önce başından bağladı. Eşarp bağlar gibi kulaklarına doğru kıvırdı. "Bebekler anne karnından ilk çıkınca tutunmayı bırakırlar bir yerlere, hep düştüklerini sanırlar. O yüzden uyanırlar. Dengelerini kaybederler. Fetih'i kundak yapmalarına izin vermedim. Öyle sıkı sıkıya yaparlardı ki kundağı nefes alamaz sanırdım Fetih. Kıyamazdım açardım geri. Sonra kontrole gittiğimizde orada bir ebe gösterdi tesadüfen. O kanguru kundağı diyordu." Sezen'in elini kundağın içine almadan önce bir kez tuttu. Hayır Sezen tuttu. İşaret parmağını yakaladığında Zühre Karadere de durdu. Avuçlarımı sıktım. Sezen'e baktım. O kapının önünde çığlık çığlığa ağlayan Sezen yoktu.
Zühre Karadere onu tutan parmağı yaklaşıp öptü öyle koydu kundak içine. Bir kundağın yarısı kadar sıkılıkta bir kundak yaptı. Alttan katlayıp geçirdi kalan parçayı. "Bu şekilde hem rahat uyur hem de çok sıkmış olmazsın. Fetih'e bunu yaptıktan sonra uykusu biraz düzeldi." Elini Sezen'in karnına koyup okşadığında dudakları oynamaya başladı. O Arapça kelimeler bile titretiyordu beni, dua okuyordu halbuki. Anlayabiliyordum. "Her gece uyumadan kızına Ayet-elkürsi oku. Sabah uyanınca tuz gezdir tepesinde, tuzu da suya dök. Kem göz varsa çıksın."
Karnını okşuyordu yavaş yavaş. Yaptığı iyi miydi kötü müydü onu bile anlamıyordum. Tutulmuş kalmıştım. "Sezen," dedi. "Güzel Sezen. Bakma öyle babanın küçüklüğü gibi." sesine bir titreklik çöktü. "Çenesi aynı babası, kirpikleri aynı babası. Kaşları da çatık." Sezen'in dilini dışarı çıkardı sesler çıkarmadan önce. "İnkâr etme hiç öylesin. Güzel Sez..."
Boylu boyuna camdı bahçeye açılan kısım. Oradan Fetih'in silüetini ilk ben gördüm. O bahçeyi geçip kapıdan girmesi gerekiyordu ama her şeyi fark etti ve cama doğru ilerledi. Bana kapıyı açmam için işaret yaptığında sürükmeli cama ilerledim ve açtım. Fetih hızlı adımlarla beni aştı ve Sezen'e yetişti. "Kundak yaptım, bir şey yapmadım." dedi ama Fetih hiçbir şey söylemeden elini bana uzattı. Sezen sahiden o gece acıkmadığı sürece uyanmadı.
***
Annelik size en amansız çaresizliği öğretecek.
Şimdi elimde bir kalem olsa ve annelik hakkında ilk duygularımı yazmamı isteseler bu cümle dökülürdü kâğıda. Çünkü Sezen'in ağlayışı arttıkça artık ben de kendimi tutamıyor, gözyaşlarım onun yüzüne düştükçe daha da şiddetleniyordu ağlayışım.
Yirmi iki gün olmuştu bugün.
"Sezen ne olur ağlama. Ne olur... Yalvarırım ağlama..." yüzüm sırılsıklamdı ama onun yüzünü silmek tek amacımdı. Ağlamaktan terleyen yüzüne üfledim. Dudaklarımı alnına bastırdım. Ağlamaktan yüzü ateşleniyordu yine de biraz olsun durmuyordu.
"Ben geldim." dedi kapının eşiğinden biri. Gözyaşları içinde o tarafa döndüm. Fetih elindeki torbalarla bize bakıyordu. Alışverişe çıkarken böylesine bir görüntüye geri döneceğini nereden tahmin edebilirdi ki.
"Fetih." dedim nefes nefese. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istemek ama yalnızca sessizce gözyaşı dökmek tam göğsümün üstünden patlatacaktı beni. "Sezen beni sevmiyor." dedi. Bu cümleyi kurmak öylesine zoruma gitti ki Fetih yaklaşması yanıma Sezen'i en güvenli yere bırakacaktım ve hıçkırarak ağlayacaktım. Hızla sırtımı döndüm, elimi yüzüme örttüm. Nefes almıyordum, kaslarım uyuşmuştu. "Yok." dedim ellerimi kaldırım. "Yok sevmedi beni. Olmadı alışmadı. Aklıma başka bir şey gelmiyor. Yapamadım ben. Olmuyor."
Sezen'in sesinden bile fazla çıkıyordu sesim. Ağlıyordu susturamıyordum. Öylesine yetersizdim ki ben de ağlıyordum. "Senin yüzünden! Ben sana insanları gönderme dedim değil mi? Ben yapamam dedim. Üçüncü günden herkes gitti evden. Kalacaktı. Bir kişi de olsa kalacaktı kırkı çıkana kadar. Sen neyime güvendin benim? Aklımı kaçıracağım. Sevemedi beni."
"Tamam kızım." dedi sırtını sıvazlaya sıvazlaya. Onu ritmik hareketlerle sırtında sallıyorken koltuğun üzerine oturdum, yüzümü örttüm. İçim içimden çıkana kadar ağlamak istiyordum. Sezen resmen beni sevmediğini kanıtlar gibi babasının tesellilerine kandı ve ağlayışı dindi. Onun yerine ben daha çok ağlamaya başladım. Fetih bebeğinin derdini dindirince yanıma oturdu. Bir eli sırtında bir eli başının altındayken Sezen'i kaldırdı ve yüzüne baktı.
"Gördün mü annen seni neyle suçluyor?" dedi. Artık Sezen'in sesi daha çok çıkıyordu. Daha fazla tepki veriyor, sesi biz konuştukça daha da artıyordu. Eldiven takmak artık ona çok zordu. Ne yapıyor ne ediyor, nasıl beceriyor bilmiyorduk ama çıkarıyordu eldivenlerini. Türlü türlü eldiven çeşidi denemiştik. Lastikli, bağlamalı... Hepsini sabaha kadar çıkarıyordu. Aklımız almıyordu. Saçları en hızlı uzayan yeriydi. Herkes dökülecek diyordu ama Sezen'in saçları olduğu gibi duruyordu, hatta uzuyordu.
"Büyüyünce çok kızacak sana."
"Söylemeyeceksin."
"Bir daha söylersen söyleyeceğim."
"Sevmiyor ama."
"Fesuphanallah. Çok kız sen annene çok... Anne sen uyudun mu sesini duymuyorum diye iyice huysuzlanıyorum, ağlıyorum seni uyutmamak için de. İtiraf et hadi annene."
Sezen yine bir mırıltı tutturdu gitti. Durmadan o sesle karşılık verdi. "Günlerdir uyumadım, duş almadım. Dalak böbrek ne varsa yedim. Yemem dediğim ne varsa yedim. Her sabah ilk işim keçiboynuzu pekmezi içmek ya. Her sabah. Sütüm artsın, iyi beslensin, iyi olayım da o iyi olsun diye her şeyi yaptım. Ağlamasın istedim sadece. Baksana yüzü kızardı ağlamaktan. Gözleri nasıl şişti baksana."
"Efsun o daha bebek." dedi. "Konuşma şekli bu. Biz istesek de istemesek de ağlayacak. İstemiyoruz, benim de içim eziliyor. Sen uykuya dal, sesini duymamaya başlasın hemen huysuzlanıyor. Nasıl baş edeceğimi şaşırıyorum. Senin koynunda uykuya dalıyor. İstediği kadar ağlasın seni sevmemesiyle nasıl birleştirdin bunu. Ayrıca bugün olsa yine gönderirdim. Benim kızıma annesinden babasından başka kimse iyi bakamaz. Senin baş edemeyeceğin bir şey olabilir mi Efsun? Bir başkası olsaydı, Sezen ağlarken uyuyacak mıydın?"
Hayır. Uyumayacaktım. Biliyordum ama yine de... Daha iyisi neyse o ihtimal olmadı diye öfkeleniyordum. Fetih yavaşça Sezen'i benim kucağıma yatırdı. Yüzünü hemen boynuma gömdü, elini sürttü tenime. "Bir bak sana nasıl sokuluyor." dedi. "Sen alıştırdın Efsun. Sen alıştırdın. O kadar alıştırdın ki sesine, duymayınca kızım da ne yapacağını şaşırıyor. Anlıyorum ben onu. Hak da veriyorum. Önce insanı bağımlı yapıyorsun sonra kızıyorsun sen de. Değil mi kızım? Eldivenleri nerede benim kızımın?" ortalığa baktı ve kalkmadan uzandı eldivenlere. Mısır püskül baskılı eldivenleri taktı ve çoraplarını kontrol etti. Sabah bu çoraplara kızıma giydirirken oldukça mutluyduk, şimdi ikimiz de helak olmuştuk ağlamaktan.
Lastik kısımlarından kediler sarkıyordu ikimizin de çoraplarından. Kimin hediyesiydi hatırlamıyordum ama aynı çorabın hem Sezen için olanı hem benim için olanı çıkmıştı kutudan. Şimdi ikisi de ayağımızdaydı.
"Çıkarma bak eldivenlerini kızarım yoksa. Hep aynı şeyi söylüyorsun baba deme, kızarım artık. Çıkarma eldivenlerini." Sezen cevap verdi Fetih itiraz etti. Bir Sezen'e bir bana öpücük kondurmaya başladı. O geçirdiğim ufak çaplı kriz yavaş yavaş etkisini kaybediyordu. Sırtımı çok güçlü bir dağa yasladım. Yükümü verdim. Sezen bana ben ona.
Eldivenleriyle yeniden oynamaya çalıştığında "Sezen kızar baba." dedim.
"Kızarım." diye destekledi.
"En çok o kızar."
"Oho! Bir kızsam bir daha asla yapmaz zaten de..."
"De?"
"Kızamıyorum işte," Fetih'in elleri eskiden bir tek beni sanıyordu. Sonra hamileyken o çıkıntıya yetişmeye çalıştı kolları. Şimdi ikimize de yetiyordu. "Ne annesine ne kızına. Böyle beni bazen deli divane ediyorlar. Sustuğumla kalıyorum. Gece uyurken dert oluyor."
"Kız o zaman!" dedim tepkiyle. "Diyor Sezen."
"Gece dert olması, gecenin zehir olmasından daha iyi ama o eldivenler çıkmasın. Çoraplar çıkmasın, annesi ağlamasın. Kızmıyorum diye tepeme çıkmasın kimse. Benim tersim çok pistir. Ben kızarsam var ya... Of ki ne of!" ben de arkasından tekrar ettim.
"Of ki ne of!"
"Bir de ben her bebeğimin ağlamasına o kadar da alışık değilim. Anlayış gösteremem." başımı geriye attım, dudakları hemen yerini buldu. Öpüştük özlemle. Yirmi iki gündür onun da durumu çok iyi değildi. En azından fiziki durumu. Uyumamak için en ağır kahvelerin içine limon sıkıp içtiğini biliyordum. Uyumuyordu. Uyumak için her fırsatı bana veriyordu. Halinden belliydi fiziki yorgunluğu. Ruhen huzurluydu. Öyle bir noktaya erişmişti ki, babalıkla tanışmıştı. Bir kızı vardı. Gece dibimizde uyuyordu. Sabah uyanınca benimle beraber onu görüyordu. Eros'a bile Sezen'i anlattığına şahit olmuştum. Kızı hiç büyümesin istiyorken bir taraftan da onunla oynayacak kadar büyüsün. Ona aldığım tokaları özenle takıyor, saçlarını tarıyordu. İlk banyosunda elinde termometreyle çökmüştü suyun başına. O dereceyi noktasına virgülüne kadar tutturana kadar uğraşmıştı. Artık kolunda Sezen'in ayak izi vardı.
Bir kez bana demişti ki ben bu kadar büyük bir sevap işlemedim Efsun, inan işlemedim. Bu kadarı benim için torpil. Ne sana yetiyor sevaplarım, ne Sezen'e.
Durup ona sevaplarını saymak istedim tek tek. En baştan. Bak burada küçücüktün ama kardeşine babalık yaptın, bak burada çok gençtin ama Emir'in elinden tuttun, bak burada şunu yaptın, bak şurada beni sevdin ama sustum. Sadece sarıldım.
Bu öpüşmemizi Sezen'in Fetih'in ellerini tekmeleyen ayakları durdurdu. O tekmeler bir taraftan benim de karnıma geliyordu. Fetih ayaklarını tuttu ve "Kızım." dedi Sezen'e bakıp. "Güzel kızım. Senin ellerin ayakların durmak bilmiyor mu?" dedi. Ciddi bir ifadeyle baktı yüzüne. Bu kez gerçekten kızacak gibi. "Durmuyor mu?"
"En başından belliydi ama hatırlıyor musun ilk tekmesini?" dedim. Unutmadığına emindim. Birbirimize baktık aynı anı düşünerek.
"Hayır Fetih ya onu değil üstündekini!"
Fetih tırmandığı ağacın tepesindeyken Eros ağacın etrafında dört dönüyor, Şeftali umursamazca bizi izliyordu. Bu kadar sessizlikten sonra her an gelip Eros'a vurabilirdi.
"Alt tarafı bir elma koparacaksın. Şeftali şimdiye kadar çoktan çıkıp almıştı onu!"
"Ya!" diye bağırdı ağacın tepesinden. Şeftali'yi gösterdi. "Sence bu tipin ağaca çıkmak gibi bir gayreti olacağını düşünüyor musun?"
Kızıma baktım. Esnedi ve tüylerini kabarttı. "Canı istemiyor. Bak şu elma ya. Canım onu istiyor ağaçtaki tüm elmaları kopardın o hariç. İn Fetih ya." dedim. İnsin diye değil ama tamamen blöftü.
"Ya kızım..." dedi.
"Efendim sevgilim?" dedim sakince ve daha çok yaklaştım ağaca.
"Bak şu elma. Senin gibi konuşayım elinin otuz derece sağında. O elmayı yemezsem birazdan doğuracağım hadi kopar artık."
Fetih sanırım bu kez anladı ve elinin otuz derece sağındaki elmaya aldı. Ağacımız bu sene çok kalabalıktı, bu yüzden kolay olmamıştı elmayı seçmek. Ellerimi birbirine çarptım. "Alkış benim kocama!" dedim ve motivasyonu artsın diye alkışladım. Fetih ödümü koparacak yükseklikten bıraktı kendini ve ayaklarının üstüne bastı. Yanımıza aldığımız suya uzanıp bana elmayı iyice yıkadı ve bana verdi. Hiç beklemeden alıp bir ısırık kopardığım an içimden karnımın dışına doğru bir yumru hissettim.
"Ah!"
Öylesine keskindi ki bu nefesim boğazımda düğüm oldu, iki büklüm oldum. Neredeyse elmamı düşürecektim. Fetih beni tutmasa daha çok eğilecektim.
"Efsun."
Nefes nefeseydim. Bu da neydi böyle? Elim karnımın üzerindeydi. Bu bir kasılma değildi. Uzun süren bir ağrı değildi. Bu anlık sert bir darbeydi. Ben ne olduğunu tahmin ederken ikincisi geldi.
"Ay Fetih tekme atıyor!"
"Kim?"
Daha önce yalnızca hareketlerini hissettiğim kızımın yeni güncellemesi babası tarafından anlaşılmadı. İkidir aynı yerden gelen ağrıya bastırdım elimi. Ayakları o yöndeydi. Hissedebiliyordum. "Yabanmersini. Tekme atıyor Fetih."
"Efsun kızım niye tekme atsın, başka bir şey vardır. Hadi bir doktora gidelim."
"Fetih tekme bu."
"Efsun iki büklüm oldun daha ne kadar ki bu kadar tekm..." Sen misin beni küçümseyen der gibi önceki ikisinden daha büyük bir darbe geldi içeriden. Fetih'in avucuna dolmasıyla gözlerindeki büyümeye an be an şahit oldum. Kızım, küçük olduğunu iddia eden baban, benim üzerimde kanıtlıyorsun. Kızım... Ah kızım.
"O...o?" konuşamadı bile. Devamlı yabanmersini olarak bahsettiğimiz ve zihnimizde boyutu o kadar olan kızımızın bana bir topa gol atmak ister gibi vuracağını tahmin etmemiştik. "Tekme mi atıyor?"
Ağzımdan nefes alıp verirken kızım cevap verdi ve bir darbe daha vurdu. "Fetih elmamı tut düşüreceğim."
"Niye durmuyor?" dedi ben çöktükçe.
"Ne olur sus sana tapki veriyor galiba."
Kızım adeta beni yumrukluyor ve tekmeliyordu.
"O günden sonra hiç durmadı ki, ben alıştım. Resmen beni tekme atmaya alıştırdı." dedim her birini hatırlatırken. Fetih çok zor kabullenmişti. Ona göre bu anneye zarar vermekti. Hatta kendisinin böyle bir şey kesinlikle yapmadığını iddia etmişti. Fetih gözlerini dikti ve kızgın kızgın baktı yüzüne bu kez. Doğunca sana çok kızacağım diyordu zaten. Bu bakışmaları o kadar uzadı ki Sezen'in dudakları garip bir şekil aldı babasının yüzüne uzun uzun bakarken. Başta anlayamadım sonra Fetih'in "Efsun gülümsüyor mu?" diye yükselişiyle fark ettim.
"Bu mümkün değil." dedim. Fetih oturuşunu düzeltti, Sezen'i yine havaya kaldırarak kucakladı.
"Efsun gülümsüyor, bak gamzesine."
Evet, gamzesi gözüküyordu. Gülümsedim. "Refleks galiba. Üç dört aydan itibaren anlayıp gül..." Fetih parmaklarını bastırdı dudağıma.
"Hayır gülümsüyor." dedi coşkuyla. Yerinden kalktı adeta zıplayarak. "Benim kızım gülümsedi." Sezen hâlâ havadaydı. Babası dönüyordu, Sezen dönüyordu. "Gülümsedi benim kızım. Benim kızım gülümsedi, bak."
"Fetih dönme öyle kusar."
"Ölürüm ben kızıma."
"Fetih kusacak."
"Gülümsedi! Fetih'in Sezen'i gülümsedi!"
***
"Yok yok, Fetih yanında zaten. Bizim de işimiz uzun değil zaten."
"Ben zahmet etme diye..."
"Ay Zafer ne zahmeti!" diye isyan ettim. Biraz daha uzatırsa Fetih telefonu alıp kibar bir dille zahmet olmadığını söyleyecekti. Gözlerinden anlıyordum. "Ne zahmeti Allah aşkına? Geliyorum hemen halledelim. Hastane zaten çok büyük, sen kaybolursun. Yarım saatlik iş iki saate dönüşür. Bizde kimse kimseye yardım etmez. Ama bu arada yarın kızımın mevlidine gelmezsem artık aynı hastanede ebedi düşmanınız. Bak kızımı bırakıp geliyorum."
"Ya sen gelip bana yardım etmesen de ben onun mevlidine gelirdim. Söz konusu Sezen'se gerisi teferruattır."
"Süper. Tamam hadi tutma beni çıkıyorum. İlk giden kafeteryada beklesin."
Sezen'e yaklaştım, altını kokladım, terini kontrol ettim, Fetih'i evdim ve çantamı topladım. "Fetih işim uzarsa sütüm dolapta."
"Ben halledeceğim."
"Sırtını kontrol et tamam mı?"
"Tamam sevgilim."
"Aklıma başka bir şey gelmiyor. Senin geliyor mu?"
"Hiç sakin değilsin." dedi açıkça. Sıkıntıyla nefes verdim. "Doğduğundan beri ilk kez ondan bu kadar uzağa gidiyorum çünkü."
"Bizde gelelim o zaman." dedi. Bu teklifi reddetmek zulüm gibiydi. Kaşlarım ağlayacak gibi büküldü.
"Hava çok sıcak. O gün gördün vücudu nasıl tepki verdi sıcağa. Nasıl evet diyeyim şimdi ben sana? Yarın mevlit var. Sorma bana böyle şeyler."
"Anne gidiyor kızım." dedi Fetih özellikle. Gözlerim doldu ve çok çabuk karar değiştirdim. "Zafer kendi başının çaresine baksın, ben gitmeyeceğim." dedim. Çantanın içindeki telefonumu çıkarırken Fetih de çıktı yataktan ve telefonuma el koydu.
"Şaka yapıyorum. Olur mu öyle şey? Git ne gerekiyorsa yap gel. Biz seni bekliyoruz. Acele de etme çabuk olacağım diye. Bak trafik cezan gelirse..."
"Tamam ben öderim bu sefer."
"Efsun!"
"Şaka şaka. Söz dikkatli süreceğim." saçlarımı iki yana attı. Yüzümü açtı yine.
"Bu ne güzellik?" diye sordu ciddi bir ifadeyle. Sezen ayını doldurduğu günden beri uykuları düzene girmişti. Benim de her halim ona eşlik etmişti ama ilk kez böyle özenip dışarı çıkıyordum. Bir kedi gibi mırlamadığım kaldı bu iltifat karşısında.
"Fetiiih..."
"Rujunu bozmamak bana sıkıntı veriyor."
"Sakın!"
"Yalvarırım sana."
"Fetih sakın dedim."
Alnımı alnıma yasladı yenilgiyle. "Gelince?"
"Söz sen sileceksin."
"Bak aldım sözümü." başımı salladım. Dudağına rujumu bozmayan bir öpücük kondurdum. "Benim güzel karım." dedi. Dudaklarımı öpmemesi boynuma kadar inmesine engel olmadı. Belimden tutup beni kendine bastırdı. Bu büyüye kapılmadan zorlukla ayrıldım ondan önce onu sonra Sezen'i öptüm. Fetih'in yanaklarına bırakmadığım kırmızı izleri Sezen'e bıraktım. Elimde değildi ancak bu kadar oluyordu.
Sızlana sızlana vedalaşıp çıktım evden. Eros'a evdekileri emanet ettim, ilk kızımı kucakladım ve Karabaş'ı öptüm. Çünkü artık bizim evden çıkışlar çok kalabalıktı çok. Belki masamıza iki tabak konuyordu hâlâ ama üç mama kabımız bir biberonumuz vardı. Yani yine çok tabaktı.
Gözüm arkada değildi. Sezen'i Fetih'e emanet etmek kendime emanet etmekten farksızdı. Ona verdiğim sözü tuttum. Oldukça dikkatli sürdüm arabayı. İki kez Sezen'in kontrolü hariç uğramadığım hastaneye yeniden geldim. Özlerim sanıyordum. Doğruya doğru çok çabuk özlerim sanıyordum ama henüz özlemin zerresi bile yoktu. İçim dışım Sezen'le dolmuştu. Sağım solum Sezen olmuştu. Kızım beni seviyordu hem. Ben sadece bir dönem yanılmıştım.
Hastaneye adeta bir siyasetçi havasında girdim. Herkesi selamlıyordum, el sallıyordum. Beni her durduran Sezen'i soruyordu. Zafer'in mesajına göre gelmesine daha on beş dakika vardı. Kafeteryada oturmak içimden gelmedi. Tanıdıklar görüyordum, durup konuşuyordum.
"Efsun." karşıdan beyaz önlüğüyle gelen Genel Cerrah hocalarımızdan biriydi.
"Hocam."
"Hoş geldin. Kızını mı getirdin."
"Yok bir arkadaşım asistanlığa başlayacak burada. Bir iki işi vardı burada yardımcı olmak için geldim." yaşı ellilerinin üstünde olan kadın "Ah!" Dedi. "Yine göremedik."
"Bir dahakine artık." dedim. Branşlarımız ayrıydı. Denk gelmemiz çok mümkün değildi. O an ceplerinde bir şey aradı "O zaman al bakalım bu kalemi." dedi. Dışı beyaz, mürekkebi siyah bir tükenmez kalemdi. "Kızına ilk hediyem olsun. Şimdi utandım eli boş göndermekten. Doktor kalemi, uğur getirsin ona."
"Hocam." dedim minnetle. "Düşünmeniz yeter çok teşekkür ederim. Aynı zamanda kızımın da ilk kalemi."
Parmaklarını şıklattı. "Yakaladım ilki. Süper. Bir sonrakine umarım denk geliriz. Öp onu benim için." dedi ve kolumu sıvazladı. Ayrılırken birbirimizin yanından gülümseyerek birbirimize baktık. Kızımın artık bir kalemi de vardı. Hem de doktor kalemi. Hastanede dolana dolana, Sezen hakkında dua ve iyi niyet duya duya yürüdüm. Kiminle karşılaşsam bir getir de biz de bakalım diyorlardı. Evet sanırım bizim mesleğin hediyesi de buydu. Bir getir de kulaklarına bakayım, bir getir de gözlerine bakayım... Olur olur diyordum ben de hemen.
Elimdeki kalemin fotoğrafını çekip Fetih'e atmak isterken biri ansızın kolumdan tuttu sıkıca. Benim yaşımdan küçük bir adam kan ter içinde kalmıştı. "Doktor musun sen?" dedi. Evet evet kesinlikle hastanenin bu atraksiyonunu da özlememiştim.
"Evet doktorum." dedim. Kolumu çekmeye çalıştım ama sıkıca tutmuştu. "Beyefendi kolumu bırakır mısınız?"
"Annemi sen iyileştir o zaman. Hadi annemi iyileştir." Büyümüş göz bebekleri, sararmış teniyle bana birden fazla teşhis konduruyordu.
"Sakin olun öncelikle. Ben şu an çalışmıyorum. Anneniz nerede sizi hemen bir doktor arkadaşıma yönlendireyim. Bırakın kolumuz siz."
Adam kolumu küfrederek ve beni iterek bıraktı. "Siktir git o zaman anneme bakmayacaksan." ellerini yüzüne vurdu. "Annemi kim tedavi edecek?" dedi ileriye doğru hızlı adımlarla yürürken. Fetih'e atacağım fotoğraftan çıktım ve hızla güvenlik sorumlusunu aradım.
"Merhaba ben Doktor Efsun Zorlu. Genel cerrahiden arıyorum şu an. İkinci katta bir adam dolaşıyor. Hiç normal değil hareketleri herhangi bir tuşa basmıyorum ama siz ilgilenir misiniz? Annesi kötü durumda galiba kendinde değil." karşıdan bahsettiğim kişinin fiziksel özellikleriyle alakalı birkaç soru soruldu. Gömleğinin rengi aklımdaydı bir tek onu söyledim.
Tüm enerjimi kaybetmişken daha fazla insanları selamlamadım. Kaos görmek istemiyordum. Kafeteryada oturup Zafer'i beklemek en iyisiydi. Ya da bir doktor odasında. Evet evet sakin bir doktor odasında oturmak ve Sezen'i görüntülü aramak. Asansör kullanmadan merdiven inerken görüntülü aramayı da başlattım. Açıldı telefon ama Sezen'in sadece dudakları gözüküyordu.
"Bana öyle bir şey söyle ki yüzünün tamamını göstereyim."
"Çok özledim." dedim. İki kelime. Fetih için yeterli ama. Aniden ikisi de kadraja girdi. Sezen'e baktı. "Hani hemen kanmayacaktık?" diye sordu. Sezen elini kameraya doğru uzattığında telefonu kendime doğru yaklaştırdım ve hızla bir odaya girdim. Tepkimi kontrol edemeyecektim. Biliyordum.
"Kurban olurum ben sana! Kurban olurum. Ne güzel doğurmuşum annem ben seni. Ne güzel doğurmuşum. Sen benim yaptığım en güzel şeysin. Oh! Ne güzel doğurmuşum." Fetih Sezen'in yüzünü yaklaştırdığında yanağından öptüm. Ekran olması hiç önemli değildi.
Fetih'in tam peki ben sitemlerini duyacakken ve aynı yaklaştırmayı onun için isteyecekken Sezen'i ekran başında beni olduğum yerde titretecek bir ses geldi. Kulak gıcırdatan, yüreğimi hoplatan bir ses. Keskin. İlk kez duymadığım ama uzun zamandır denk gelmediğim bir ses.
"O neydi Efsun?" dedi buz gibi bir sesle Fetih.
Silah sesiydi. Cevap veremedim. "Neredesin sen?" dedi. Sezen ekrandan çıktı.
"Hastanedeyim."
"Dışarıdan mı geldi ses? Camdan uzak dur Efsun. Camdan uzak dur. Silah mıydı o?"
Ses dışarıdan değildi. Ses hastanenin içindendi. Girdiğim odayı kontrol ettim korkuyla. Boştu. "Hastanenin dışından değildi galiba." dedim. O ses ikinci kez yankı yaptı hastane koridorunda. Kesinlikle silah sesiydi. Benzetmemiştim.
"Efsun ne oluyor?" dedi. "Ne oluyor Efsun orada?"
"Bilmiyorum." dedim. Dışarıdan gürültü gelmeye başladı. Bir koşuşturma sesiydi bu. "Kapatmam lazım. Arayacağım seni, sakin ol sen. Sezen korkmasın Fetih." Fetih'in tüm aksi cümlelerine rağmen kapattım. Kattaki tüm insanlar telaşla bağrışarak kaçışıyordu. Tüm sağlık personelleri aynı anda bir seferberlik içinde insanları sakinleştirmeye çalışıyordu ama olmuyordu. Yürüyebilenler olduğu kadar yürüyemeyen hastalar da vardı katta. Yaşlı bir amca yattığı yatakta yalnızken kapısının önünden geçenlere bakıyordu. Hızla bir tekerlekli sandalye aldım.
"Sakin ol, indireceğim seni aşağıya." bir hemşire daha geldi yanımıza. Amcayı aldık yataktan. Cüssesi büyüktü, sandalyeye yerleştirdik. Telefonum durmadan çalıyordu.
"Ne oluyor?" diye sordum.
"Bir hasta yakını güvenlik görevlisini öldürmüş, hastanenin içinde dolanıyor silahıyla." hemen aklıma aynı kişi geldi. Zorlukla itiyordum amcayı, gücüm yoktu. Hemşire itmeye başladı, her kapıyı kontrol etmeye başladım. Asansörün önüne geldiğimizde kat neredeyse tamamen boşalmıştı. "Alt katı da kontrol etmemiz lazım. Çocuklar yatıyor orada."
"Ben itemem sandalyeyi. Sen in. Ben bakıp iniyorum." hızla merdivenleri indim. Bu katta da tamamen boş değildi. Benim gibi bir doktor teker teker bakıyordu odalara.
Beni görür görmez "Aşağı in hemen." dedi tanımadan.
"Ben kadın doğumda asistan doktorum. Kimse kaldı mı?" aynı anda konuşuyorduk adamla.
"Bir tane hamile hastam vardı. O yok gerisi indirildi." Koridorun en sonunda bir odadan yükselen çığlık sesi tüm alanı inletti. İkimiz de korkuyla oraya koşmaya başladık. Benden daha hızlıydı erkek doktor kapıyı hızla açtı. Açtığı gibi o da ben de içeri itildik. Bir silahın namlusu bizi odanın boşluğuna doğru itti. Gömleğinin rengiyle anlattığım adam dahil içeride dokuz kişiydik. Sekizi canlı birinden şüpheli. Hasta bir kadın yatakta yatıyordu. Ten renginden anladığım kadarıyla odadaki canlı sayısı sekizi geçmiyordu.
Tik tak.
Kapıyı kilitledi. "Kurtarın annemi." dedi. Silahın başlığını şakağına doğru vurdu. "Hanginiz kurtaracak? Hadi kurtarsın annemi."
Öyle bir soğukkanlılık vardı ki üzerimde telefonumu bile sessize almak geldi aklıma. Telefonu benden almasından korktum. "Annesinin fişini çekmiş." dedi yanında olduğum ve tir tir titreyen genç doktor. "İleri derece şizofren hastası. Annesinin fişini çekmiş. Bize yaşatın diyor. Kim yaşatmazsa onu öldürecekmiş."
Silahın namlusu aniden beni bulduğunda soğukkanlılığıma kuvvetli bir darbe indi. Titremeye başladım. Sezen'in yüzü düştü önüme. "Hadi annemi tedavi et. Hadi lan. Annemi tedavi edin." silahı bana doğru sallamaya başladı. Göğsüm inip kalkmaya başladı, kalbim yine bir taşikardi geçirecek sandım. Titreşiyordu telefonum. Hissediyordum. Fetih arıyordu.
Erkek doktorlardan birini annesinin önüne doğru itti. Burada hiç kimse annesine bir şey yapamazdı. Monitördeki düz çizgiye baktım. Silah dayandığında kafasına çoktan ex olmuş kadına dokundu meslektaşım. "Siz yaptınız! Benim annem iyiydi siz yaptınız! İyileştireceksiniz annemi!" silahı bir kez daha başına vurdu. Kafasının içinde bir ses konuşuyordu sanki. "BEN ÖLDÜRMEDİM LAN!" diye bağırdı. Arkasını döndü, başını vurdu bu kez duvara. Kendinde değildi.
Silah her an ateş alabilirdi. Annesini bile öldürmüştü. Kendinde değildi. Ölünün başındaki doktorla göz göze geldim. "Kalp masajı." diye fısıldadım. Zaman kazanmamız lazımdı. Biri gelene kadar zaman kazanmamız lazımdı. Onu annesiyle gerçekten ilgilendiğimize ikna etmemiz lazımdı. Kafasının içinin önüne geçmemiz lazımdı.
"Ölmedi benim annem ölmedi, ölmedi, ölmedi. Ölmedi benim annem!" silahı yine bana doğrulttu. "Cevap versene. Cevap ver!"
"Ölmedi." dedim korkuyla. "Ölmedi şimdi kalp masajı yapacak doktor. Ölmedi. Sakin ol. Otur. Bırak silahını sen. Bak bize yardımcı olursan annen çabuk iyileşir. Silahını bırak, otur sen. Annenle konuş, annenin elinden tut."
"Kapa çeneni!" diye haykırdı. Silahın tam ucundaydım sustum. Yanımdaki genç kız, titreye titreye ağlıyordu. Sezen... Başım dönmeye başladı. Dışarıdan siren sesleri duyuyordum. Her an hepimizi kurşuna dizebilirdi. Her an. Onu tetikleyen ilk şeyde. Sustum korkuyla.
Sezen. Fetih.
Ölecek miydim? Hayır benim kızım vardı. Ölmeyecektim ben. Gerekirse ölmüş olan dirilecekti ama ben ölmeyecektim. "Başla kalp masajına." dedi adını bilmediğim doktora. Dakikalarca çırpındı ölü bir hastanın üstünde. Benim onun kadar gücüm de yoktu.
Pes etti başını eğdi nefes nefese. "Devam et lan!" diye bağırdı. "İt herif. Devam et. Şerefsiz. Devam et. Sikik. Devam et." ödüm koptu gerçek doktorun ağzından çıkacak diye. Çıktığı an o silah ateşlenecekti biliyordum. Devam etmeye çalıştı ama silahla yere savruldu ve o cümle ansızın ağzından çıktı.
"Annen öldü. Geri döndüremez kims..."
Bir kurşun yedi çığlık. Cümlesi bile tamamlanmadı. Tam kalbinden vurdu. Aklım çıktı gitti, yanımdaki kız devrildi yere çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Sezen... Kırk gün. Sadece kırk gün. Sezen'in yüzü.
Yaş on sekiz. Bir balkonda annesiyle oturan küçük Efsun. Daha doktor olmamış. Bir doktorun ölüm haberine ağlıyor. Bir gün ben de böyle öleceğim diyor.
Yaş yirmi dokuz. Efsun doktor olmuş. Efsun anne olmuş. Efsun'un ailesi olmuş. Efsun mutlu olmuş.
Yaş otuz. Ya var ya yok.
"Beceriksiz. Beceriksiz orospu çocuğu." doktora müdahale etmeye cesaret bile edemedik. Kıpırdayamadık. "Sen geç." dedi bu kez. Şimdi ne yaptığını farkında değildi. Hepimizi aynı amaç için kullanacak her başarısız olanı öldürecekti. Sen geç dedi bana. Bir ölüyü yaşatabilseydim şimdiye çok kez yapmıştım. Ben de beceremezdim. Çok iyi biliyordum. Beni annesine kadar itti. Geleceklerdi. Biliyordum. Buradan birileri kurtulacaktı ama o ben olmayacaktım.
Sezen. Ona annem kadar bile annelik yapamamıştım.
"Benim kırk günlük kızım var." dedim. "Daha kırk gün oldu doğalı. Anneni kurtaracağım ama izin ver onunla konuşayım önce."
Annesini kurtaracak mıydım? Hayır. Zaman mı kazanıyordum? Hayır.
Bir şizofreni hastasını çok çabuk kandırırsınız. Ama şunu unutmayın ki onlar da sizi çok çabuk kandırır, demişti hocam.
"Yemin ederim anneni kurtaracağım ama önce kızımla babasıyla konuşayım. Sonra kurtaracağım anneni."
"Kurtaracak mısın annemi?"
"Söz veriyorum." dedim.
"İki dakikan var." dedi. Hızla elime telefonu aldım. Çalıyordu zaten. Hızla yanıtladım. "AÇSANA!" diye bağırdı.
"Buzlukta sütüm var. Onu Sezen'e ver ama birden değil. Günlere böl."
"Efsun." ağlıyordu. Hasta yatağının önüne çöktüm. "Efsun geliyorum. Giriyorlar hastaneye temkinli bir şekilde. Geliyorum ben. Camdan uzak dur, geliyorum ben."
"Süt bittikten sonra bir süre ağlayacak. Süt anne bulursan mutlaka emzirsin."
"Camdan uzak dur, sesini sakın çıkarma. Sakin ol."
"Hazır yoğurt verme. Öğren nasıl yapıldığını. Annen iyi yapıyordu yoğurdu, ona sor. Altı aydan önce ek gıdaya geçme."
"Kes sesini!" öyle bir bağırıyordu ki ses telleri eriyecekti. Ne kadarım kalmıştı. "Kes sesini kes! Kes. Sus. Sus devam etme. Camdan uzaktasın değil mi?"
"Alacağı her karara saygı duy ama asla sağlık seçmesine izin verme. Her zaman yanında ol. Öyle bir bağ kur ki onunla ne olursa olsun seni arasın. Sakın kızma. Ne yaparsa yapsın sakın kızma. Kokumdan yavaş yavaş kopar."
"Kanı akmadık insan bırakmam." dedi. "Sana bir şey olsun. Taş taş üstünde bırakmam. Sana bir şey olmasın, bana bunları söylediğin için ömür boyu affetmeyeceğim seni. O kadar kızacağım ki sana..."
"Seni çok seviyorum." dedim. On sekiz yaşında o balkonda arkamdan fısıldayan şey kaderimdi. "Bana yaşattığın her şey için seni çok seviyorum. Sezen sana emanet." Fetih'in karşılığını duyamadan alındı telefon elimden.
Tik tak.
Sürem başladı.
Bir ölüyü canlandırmak için kaç dakika lazımdı? Çok dakika. Benim kızımla geçirdiğim dakikadan çok dakika. Sezen Karadere. Annesi ona, annesinden bile çok annelik yapamayacak mıydı?
Tik tak.
Benim hikayem tüm paralelleriyle yaşanmaya ant içmişti.
Comments