top of page

UÇURTMAYI SEVMEK 4. BÖLÜM

  • Yazarın fotoğrafı: Dilan Durmaz
    Dilan Durmaz
  • 27 Eki 2024
  • 16 dakikada okunur


Hastalık denen illetin ağırlığı yanımızda olan insanlara göre değişiyor olmalıydı. Zeliha cenin pozisyonu alarak küçüldüğü yataktan ince boynunu uzattı ve saate baktı. Saat ilaç vaktine yaklaşıyordu ve bir şeyler yemesi gerekiyordu. Öyle ki kendini zorlasa kalkıp yiyecek kuvvetteydi. Artık hastalanınca anne kelimesini tekrar ederek ağlamıyordu. Annesinin gelip ona bakmayacağını bilerek on sekiz sene boyunca bu kelimeyle sayıklamak kabul etmeliydi ki büyük bir iradeydi ama artık bu kelime hastalanınca nedense aklına gelmiyordu.


'Büyüdün Zeliha.' dedi içinden. 'Büyümek bu demek ki.'


Saatle bakıştı. Kurumuş kirpiklerini kırpıştırdı. Aslında biri geleceğini söylemişti. Bu adını sayıklamak değildi. Muhtaç bir anda adı sayıklanan kişi değildi Emir. Kalpten gelen bir isim değil, akıldan seslenilen bir isimdi. Sabah geleceğini söylemişti. Gideli dört saat olmuştu. Uyuyakalmış olmalı dedi Zeliha. Beklentisizce telefonu bıraktı ve gözlerini kapattı. Kendini zorlasa kalkabilecek olması kalkacağı anlamına gelmiyordu. Hastalık onda zaman kavramını daraltıyordu. Gözlerini yumup açtığı birkaç saniye, yelkovanda en az kırk beş derecelik bir açı değiştiriyordu. Uyumadığını sanıyordu.


Bu kırk beş derecelik açı artacak, belki saatle ölçüşecek hale gelecek kadar ilerleyecekti ama kapı sesine uyandı. Çok ince bir sesti ama Zeliha'yı uyandırmaya yeterdi. Bir süre yanlış duyduğunu sandı çünkü devamı gelmedi ama dakika dolmadan içinde olduğu aralık kapı tamamen itilmeden tıklatıldı.


"Gelebilirsin." dedi Zeliha yorganın altından. Kapı yavaşça aralandı. Emir'in avuç içleri dikkatini çekti ilk Zeliha'nın. Yüklü poşet izleriyle dolmuştu.


"Uyandırdım mı?"


"Yok, uyumuyordum zaten."


Şakakları sızlıyordu, ilaçlar etkisini kaybetmeye başlamıştı. Emir başta çekingen kaldı. Zeliha'nın odası rahatlıkla girdiği bir yer değildi. Dün telaşla davranmıştı. "Biraz uyu diye geciktim, hemen uyanıyorsun ya... ama ilaç vaktin geldi." duraksadı ve omuzları düştü. "Girebilir miyim?"


Zeliha kapı önünde dikilmiş, ellerini koyacağı yeri biraz daha bulamazsa önünde bağlayacak adama bakıyordu. Komik geldi bu hali ona. Bazen kendisini utandıracak kadar saygı duyuyordu. Önünü ilikleyecek hale gelmişti Emir.


"Buyurun Emir Bey." dedi bu durumu dengelemek için.


Emir gönül rahatlığıyla birkaç adım attı. Gözü Zeliha'da o kadar uzun süre duruyordu ki bir yerden sonra o bile utanıyordu, yaramaz bir çocuk gibi kaçıyordu bakışları. Yatağın yanındaki solmaya yüz tutmuş çiçeklere baktı. Solmamışlardı ama boyun bükmüşlerdi. Sahipleri gibi. Hatta onlar da hastalanmış gibi. Yenilerini almak lazım. Saçmalama oğlum! Saçmalama lan! Bahanen mi var? Var. Çiçekler solmuş ya işte. Öyle bahane mi olur? Otur oturduğun yere. Yüz bulunca hemen astarını isteme.


"Çiçekleri kontrol etmeye mi geldin?"


Emir boğazını temizledi ve silkti kendini. "Hayır sana bakmaya geldim. Ateşine bakmam lazım hatta."


Ateşi olduğunu düşünüyordu Zeliha ama yeniden hastaneye gitmek istemiyordu. Gözlerini kıstı ve rahatsızca mırıldandı. "İstemiyorum."


"Emir büyük yerden." dedi Emir. Doğru söylüyordu ama eğer böyle bir emir gelmezse bu konuda hiç çekinmeden yalan söyleyecekti. Daha önce çok yapmışlığı vardı.


"Hep aynı şeyi yapıyorsun bıktım bundan."


Hasta... Bu tavrı? Sızlanmak. Söylenmek. Nazlanmak. Nazlanmak? Emir'in kaşları büküldü.


"Maalesef Zeliha Hanım ama ben de emir kuluyum...İzin verirseniz gerekeni yapacağım."


"İzin vermiyorum."


"Zeliha..."


"Ateşime bakmayacaksın."


"Bakacağım Zeliha."


"İs te mi yor um!"


"Anlıyorum, şimdi bakabilir miyim?"


"Ateşim var!" diye isyan etti Zeliha. Yorganı sıkıca tutmuştu. "Hastaneye gitmek istemiyorum ama."


Sızlanmak, söylenmek, nazlanmak. Nazlanmak?


Emir bu itirafla beraber daha fazla geride durmadı ve Zeliha'ya vardı. Üstüne çullanmadan, onu korkutmadan usulca alnına dokundu. Dün geceki o yükseklikten sonra bu hiçbir şeydi. Hatta Zeliha'nın sandığı kadar da bir şey yoktu. Emir emin olmak için yanağına da kaydırdı elini. Aslında bir yol daha vardı, Zeliha'nın bilinci bu kadar açık değilken denediği ama şimdi bu kadar cesaret edemeyeceği bir yol. Muhtemelen bir daha da nasip olmayacağını düşündüğü bir yol.


"Hastaneye gelmeyeceğim." dedi yeniden. Gözleri kapalı, yüzü asıktı. "Gelmeyeceğim. Düşer birazdan hem, emir başka yerden gelse de gelmeyeceğim. İğne vurmasınlar. İstemiyorum."


İğneden korkuyor... Yalnızca iki yıl önce bileklerini kesen o değilmiş gibi.


Emir'in dağılan dikkatinden faydalandı Zeliha, hızla yorganın altına gömüldü. "Zeliha hastanelik bir durum yok."


"Kandırıyorsun beni."


"Çok mu ateşin olduğunu hissediyorsun?"


"İçim ateş gibi yanıyor." dedi dürüstçe. Dün gece en azından üşüyordu ateşi varken. Ya şimdi? Çok daha fenaydı durum onun için. Emir başını yavaşça gömdüğü yerden çıkardı, Zeliha avucunun içini bir yastık gibi kullandı yine.


"Ateşin sandığın kadar yok. Şimdi yataktan çıkıp benimle gelirsen, ben çorba yaparken alnına sirkeli bez koyarsam daha da artmaz, ben de seni hastaneye götürmek zorunda kalmam."


Zeliha'nın gözleri varla yok arasında açıldı. Emir avucunun içine yaslanmış yüzüne mi bakacaktı, yoksa küçük küçük açılan gözlerine mi şaşırmıştı. Bu ne zor bir ikilemdi onun için şimdi. Hangisine baksa diğerini kaçırıyordu ve böyle bir anın bir daha kolay kolay yaşanmayacağını da biliyordu.


"Götürmez misin hastaneye?"


"Götürmem."


"Yemin eder misin?"


"Yemin ederim Zeliha."


Zeliha üzerinden yorganın kalkmasına izin verdi. Ayaklarını yataktan sarkıttı ve gözleri kararmasın diye bekledi. Emir ince bir pike altı kolunun altına, ev botlarını uzattı Zeliha'ya. "Başın dönüyorsa kucağıma alayım."


Zeliha iki yana salladı kafasını ve eliyle Emir'e tutundu öyle kalktı. Günlerdir yürümüyor gibiydi ayakları. Öylesine tutuk ve yavaştı adımları. Koltuğa uzandı, yastığı düzeltildi, üzeri örtüldü ve alnına sirkeli bez konuldu. Emir önce ellerini yıkadı sonra tencereyi çıkardı. Gelirken aynı tarifi tam dört kere izlemişti. Yapabileceğini düşünüyordu.


"Mutfak önlüğü şurada asılı." dedi Zeliha yattığı yerden. Gözleri yanıyor ve burnu akıyordu ama yemek yapan Emir'i izlemekten de geri durmuyordu. Emir gösterdiği yere baktı ve önlüğü aldı. Önlüğün üzerindeki Şirinler karakterlerine baktı. Bir Şirin Baba'ya bir Zeliha'ya. Bir Şirine'ye bir Zeliha'ya.


"Bunu takmak zorunda mıyım?"


"Ama üstün kirlenir."


Emir en son Gargamel'le bakıştı ve usluca giydi önlüğünü. Zeliha'nın telefonu yanında olsaydı bu anı çekmek isterdi. Ortak fikirde değillerdi belki ama çok yakışmıştı Zeliha için. Sindiği koltukta sesini çıkarmadan Şirinler figürlü önlüğüyle çorba ısıtan Emir'i izledi. Gözleri gidecek gibi oldu da zaman zaman direndi. Çorba pişti, tepsiye kahvaltılıklar da konuldu. Emir poşetten devamlı yeni şeyler çıkarıyordu.


"Sen bu kıtır ekmekleri çok seviyorsun." dedi. Bunu annesi bilmiyordu. Hatta Efsun ablası ve Fetih abisi de bilmiyordu. Yeni bir zevkti onun için ve sanırsa bir tek Emir biliyordu. Dumanı tüten çorbanın içine attı minik ekmek parçalarını tepsiyle Zeliha'ya geldi. Zeliha'nın kucağına yerleştirdi, orta sehpayı çekiştire çekiştire koltuğun dibine kadar getirdi.


"Limon sıkayım mı?"


Zeliha kendisi uzandı limona ama ya limon sertti ya da bilekleri çok güçsüz düşmüştü birkaç damlanın ötesine gitmedi. Emir aldı elinden limonun içini kaşıkla oya oya sıktı. Karıştırdı da bir kaşık aldı. Zeliha kendisi içecek sandı, tek amacı biraz üflemekti. İlk kaşıktan sonra kaşığı aldı Zeliha. Bunu yapmasın istiyordu. Emir ona hizmet etsin istemiyordu. Mahcup oluyordu. Bunun Emir için bir hizmet olmadığını görmeye çok uzaktı.


"Balkonda uyudun diye oldu hep bunlar."


Zeliha cevap vermedi.


"Niye uyudun orada?"


Zeliha yine cevap vermedi. Çorbanın çok lezzetli olduğunu bile söylemedi.


"Neye moralin bozuldu?"


"Moralim bozuk değildi."


"Sen moralin bozuk olmazsa başka yerde uyumazsın Zeliha."


Zeliha hiç bilmiyordu ki Emir onun hakkında, en az onun kadar bilgiye sahipti. Bir yıldan uzun bir süredir aynı şehirde yaşıyorlardı. Daha önce aynı evi de paylaşmışlardı, aynı şehri de yine paylaşmışlardı ama hiçbirinde Emir'e bu kadar alan açılmamıştı. Başkaları hep vardı. Onu hastalandığında hastaneye götürecek, ona çorba yapacak, o kıtır ekmeği alacak ya da her neyse... Emir'den önce başkaları vardı hep. Bir süredir bu değişmişti. Artık o insanların aradığı ve isteklerde bulunduğu kişiydi Emir. Onlar yoktu Emir vardı. Zeliha için de. Daima çağırabileceği tek kişi Emir'di. Bir akşam yemeğine de, bir hastalığa da.


"Annemle konuşmuştum, sinirlerim ona bozuldu." dedi, bu onun için çok yerinde bir yalandı. Her ana ve her kişiye uyan, kendisinin de inanabileceği. Kendisinin bile inanabileceği ama Emir'in inanmayacağı. Emir, annesinin Zeliha'yı balkonda uyutacak kadar kuvvetli bir tesirinin kalmadığını biliyordu artık. Yine de bildiğini söylemedi inanmış gibi yaptı. Çorbasını içmesine izin verdi. Zeliha'yı hiddetlendirecek herhangi bir konuşma bu çorbayı içmesine engel olurdu, inada bindirirdi.


Çorba kasesini tamamen bitirmese de ilacı içecek kadar azalttı. Emir ilacı içmesine yardım etti, sehpadan kalkmadı. "Kurabiyeler çok güzel olmuştu, ellerine sağlık." dedi, asıl sebebi bilirken.


"Güzel değildi ama afiyet olsun."


"Yediğim en güzel yulaflı kurabiyeydi."


"Hani dana önce yememiştin?"


"Yeseydim de yediğim en güzel yulaflı kurabiye seninki olurdu."


Karşı koltukta ruhu hâlâ konuşan Yasemin'in sesini duymamak için bağıracaktı az kalsın. Bu ne saçma muhabbetti öyle! Emir onun yaptığı şeyleri hep beğenirdi zaten. Emir, Efsun'un yaptığı yemekleri de beğenirdi mesela. Yasemin'i çürütüyordu bunlar. Zeliha'nın midesi bulanıyordu. Bir daha arkadaşını eve çağırmayacaktı.


"Bu söylediğin şey bir ihtimal bile değil. Yalan. Açık seçik yalan. Çocuk kandırır gibi beni kandırmaya çalışıyorsun. Sevmem ben dedin. Sonra aldın kaçtın. Tutarsızsın bir kere. Yalancılar da tutarsız olur zaten."


İçinde Emir'e karşı senelerdir duymadığı bir öfke vardı. Nefrete dönüşmesinden deli gibi korkuyordu. Emir'i seviyordu. Evet -du. Geçmiş zaman eki. Şimdi hissettiği öfke sevdiği birine duyabileceği bir öfke değildi. Zeliha sevdiği hiçbir insana bu denli bir öfke duymazdı. Annesine bile. Şimdi kontrolsüzce Emir'e öfkeleniyordu. Bu son birkaç günde oluşmuştu adeta. İçine sihirli bir değnek dokunmuş, içindeki sevgiyi alaşağı edecek bir öfke anıtı dikmişti tepeye. Tahammül bile edemiyordu Emir'e artık. Bir sabah o değneğin yeniden içine dokunup öfke anıtını yıkacak bir nefret anıtı dikecek diye korkuyordu. Zeliha Emir'den nefret etmek istemiyordu. Nefret Zeliha için çok ağır bir duyguydu. Bunu özellikle bir zamanlar sevdiği birine karşı hissetme fikriyse daha korkunç geliyordu ama kurduğu cümleler, çok kırıcıydı ona göre, onu korkutuyordu. Kaçınılmaz sonu görebiliyordu.


Kaçınılmaz son Emir'den nefret etmekti. Zeliha'ya göre.


"Doğru hem tutarsız hem de yalancıyım." dedi Emir. Yine yalan söylüyordu. Doğrusu muhakkak 'hem aptal hem de...' zihnini de susturdu, cümlenin devamını kurmadı. Öfkeli iri gözlerini kısmış kendisini dikizleyen genç kıza baktı. "Ama tekrar ediyorum hatta arttırıyorum, yediğim en güzel kurabiyeydi."


"Bir daha ömrün boyunca yiyemeyeceksin. Yazık."


"Yiyeceğim." dedi küstahça. Zeliha'yı kızdırmak delicesine hoşuna gidiyordu ve o kurabiyeyi bir gün yeniden yiyeceğine de inanıyordu.


"Yemeyeceksin. O kurabiyeyi bir daha yapmayacağım, benzerlerini yiyeceksin ama onu asla yemeyeceksin."


"Yiyeceğim Zeliha, hem de senin yaptığını."


Hasta bir Zeliha'yı kızdırmaktan daha kolay ne vardı ki? Emir'den nefret etmek üzere olan Zeliha kadar kolayı ya? "Sen... Sen..." duraksadı cümleyi toparlayamadı. "Sen ne kadar sinir bozucu bir insanmışsın ya! Hiç fark edemedim şimdiye kadar. Seni kovmak istiyorum. Seni şu an kovmak istiyorum evimden."


"Neden kovmuyorsun peki?"


Zeliha bunun cevabını veremedi. Kovmak nedir bilmezdi, birine defol git demek onun yapabileceği bir şey değildi. Emir'i bir öfkeyle buradan kovmak demek, günlerce hatta haftalarca üzülmek, pişman olmak demekti. Zeliha kalp kırmayı Kâbe yıkmakla bir görüyordu.


"N'olur karşı koltuğa geçer misin? Lütfen! Ya da ben odama geçeyim. Hatta evden gideyim." yeter ki senden uzaklaşayım...


"Daha neler." dedi Emir ve karşı koltuğa geçti. Fetih, Emir'in kardeşini bu kadar öfkelendirdiğini, hatta bunu kasti olarak yaptığını bilse onu bulduğu ilk boşluktan baş üstü sallandırırdı. Sessizce birbirlerini izlediler ve gariptir ki ikisi de bu kez gözlerini kaçırmadı ama Zeliha'nın bakışları ne zamanki dağılmaya başladı Emir bu anın bozulmaması için elinden geleni yaptı.


"Okul nasıl gidiyor?"


Zeliha dudaklarını büzüştürdü ve "İyi." dedi. "Galiba."


"Bu sene de tavşan oluyor musun?" diye sordu. Geçen sene ona attığı resimler ve videolar Emir'in telefonunun en özel yerinde hâlâ duruyordu.


"Ha ha çok komik."


"Bu sene de sincap mı olacaksın?"


"Alay etme."


"Alay ettiğimi mi sanıyorsun sen?"


"Ya ne yapıyorsun? Tamam bir mimar kadar büyük şeyler yapmıyoruz ama..."


"Bir mimardan daha büyük şeyler yapıyorsunuz." dedi Emir tüm samimiyetiyle. Zeliha'yı her okula bıraktığında, Zeliha'yı elinde defterle çıktığı fakülteden aldığında, her ödevleri için kırtasiyeye gittiklerinde ve en son ilkokulda gördüğü malzemeleri aldığında, her sunumunu önden kendisi dinlediğinde, her sunumundan önce geçirdiği minik heyecan krizlerini izlediğinde sinesi gururla kabarıyordu. Zeliha öğretmen, bu cümle Emir'e elinde tuttuğu bir kalemi olsa roman yazdırabilir ya da bir kült eseri Zeliha'yı hatırlattığı için defalarca kez okuyabilirdi.


"Ülkeye yetişebilecek her insanın eğitim temelini siz atıyorsunuz. Daha büyük ne yapabilirsiniz ki? Sen benim karşımda istediğin gibi durabilirsin ama ben en azından yılın bir gününde, önünde düğme iliklemeliyim öğretmenim."


Emir'in bundan önce defalarca kez düşündüğü şeyler ilk kez dudaklarından bu kadar açık döküldü. Zeliha ne diyeceğini, nereye kaçacağını, nasıl teşekkür etmesi gerektiğini ya da ellerini bile nereye koyacağını bilemedi. Yanaklarında kan kesecikleri patladı adeta, değer görmek ona hep böyle hissettiriyordu. Yaptığı büyük küçük her şeyin böyle değer görmesi onu mahvediyordu.


"Ve sen gelecek neslin en parlak öğretmenisin. Bunu inkâr edersen, beni yalancı ya da tutarsız diye suçlarsan bu kez külahları değişiriz. Haberin olsun."


Zeliha'nın ağzından dökülecek çekimser teşekkürleri de yuttu bu tehdit. Hiçbir şey söyleyemedi sadece gülümsedi. İçindeki bu öfke Emir'e bu seferki ders anlatımını önden yaptıramaz sanıyordu ama hayır ne olursa olsun sadece Emir'e yapabilirdi. Öfkesini bunu değiştirmezdi.


"Sen de çok iyi bir mimarsın."


"Ben mimar değilim."


"Mimar sayılırsın."


"Yarı mimarda anlaşalım tamam." dedi Emir. İkisi de karşılıkla uzun bir aradan sonra gülüştüler.


"Anlaştık. Sen de tanıdığım en iyi yarı mimarsın."


"Ustam sağ olsun. Mütevazi olamayacağım bu konuda."


Mesleklerden açılması konunun, Zeliha'yı defterinin arasına sıkıştırdığı not kağıdına kadar götürdü. Yarı mimar üstadını övüyordu, başka mimar adayları o üstada ulaşmaya çalışıyordu. Fetih Karadere kendisine üstat denildiğini duysa Mimar Sinan'dan da mı utanmadınız diye paralardı herkesi.


"Sizin ofisinizde hiç stajyer mimar var mı?" diye sordu usulca. Bu konuyu ağabeyinden önce açabileceği en doğru insandı Emir. Yengesine açsa, yengesi aracılığıyla işini halletmeye çalışsa Fetih tepki gösterirdi. Karısının kendisine karşı ikna yöntemi olarak kullanılmasından hoşlanmıyordu ve bunu her seferinde dile getiriyordu.


"Var tabii."


"Peki neye göre alıyorsunuz onları?"


"Birden fazla standardımız var. Abinle ortak görüşümüz genelde stajyer, potansiyel ileri dönem çalışanı olduğu için ileride işe alacağımız insanlar olmalı. Mezun oldukları okullara, okurken yaptıklarına, az da olsa ortalamalarına, yabancı dil seviyelerine... Birden fazla şeye bakıyoruz kısaca."


Melih sınıfta kaldığına göre ortalaması pek yüksek değildi muhtemelen. Diğer konular hakkında hiç bilgisi yoktu Zeliha'nın. "Peki bizim okuldan mezun bir mimar için ne düşünürsünüz?"


"Bir İTÜ ya da ODTÜ'lünün önüne geçecek bir farklılık isteriz mesela. Sen neden bana bunları soruyorsun?"


Bir farklılık vardı evet... Mimarlığı beş senede bitirmek. Bu da bir farklılıktı. Değil miydi? "Bizim okulda mimarlıktan bir çocuk var..." Emir'in Zeliha'yı keyifle izleyen bakışları tek bir kelimeyle dağıldı. Kurumuş bir ekmek gibi un ufak oldu. Bunu gizleyemedi de. Zeliha'ya da geçti. Biraz olsun korktuğu biri olsaydı cümlenin devamını kuramazdı.


Emir yutkundu. "Kim?" diye sordu tok bir sesle.


"Tanımıyorum ki ben tam. O gün ben okuldan çıktığımda aniden geldi yanıma. İşte mimarlık okuduğunu, abimi tanıdığını, örnek aldığını kendisine hayran olduğunu falan söyledi. Bana numarasını verd..."


"Sana numarasını mı verdi?"


Zeliha yatamayacağı kadar gerildi ve otururken buldu kendini. "Evet ama şey anlamınd..."


"Ne zaman oldu bu olay?"


Zeliha karşısında Hitler'i gördüğünü sandı bir an. Bu belki biraz abartıydı belki ama Zeliha karşısında ağabeyinin yetiştirdiği biriyle konuşuyordu ve o kişi isterse ağabeyi kadar devlet adamı ciddiyetine bürünebiliyordu.


"Yani." dedi Zeliha bozuntuya vermeden. "Birkaç gün önce. Hatta şu senin bana çiçek gönderdiğin gün var ya işte o gün. Şimdi sen çocuğa hiç kurulma bak."


Emir'in yüzündeki ifade dondu kaldı. Çiçek gönderdiği güne gitti. Köşede park ettiği arabada bekliyordu Zeliha'yı. Evine bırakacak, bıraktığı gibi çiçeği gidecekti. Sözde. Emir evine bırakmayacağı, çiçeği iptal etmek için elinden geleni yapacağı bir hale gelmişti. Kendisine küfürler etmiş, hakaretler savurmuştu. O verilen numara tüm gece boğazına sarılmıştı. O numara... Bunun için miydi?


O devlet adamı ifadesi dağıldı. Gülecek gibi oldu. Dudakları gelişine yayılacak, hatta sesli gülüşler dökülecek sandı dudaklarından. Avuç içlerini bacaklarına sürttü, gözlerini kırpıştırdı. Yüreği hopladı ansızın yerinden. Yerinde duramadı. Ayağa kalktı. Volta attı. Bir oraya gitti bir buraya gitti. Bir şeylerin yerini değiştirdi. Oturamadı yerine. Su içti. Derin nefes aldı. Günlerdir içinde tuttuğu tüm yükü evin dört yanına bıraktı.


Şükürler olsun, dedi içinden defalarca kez. Şükürler olsun.


Sakallarını sıvazladı, arkası dönükken o gülümsemeyi dağıttı. Gözlerinin içindeki sevinci gizleyemedi ama mimiklerini kontrol etmeyi başardı. "Seni nereden bulmuş?"


"Bilmiyorum. Yani aniden karşıma çıktı zaten. Abimin sosyal medya hesabından bulmuş olabilir diye aklıma geldi."


Emir için olayın rengi attığı voltalardan sonra değişti. Lavuğun teki, araştırmış bulmuş.


"Sapık lan bu." dedi Emir kabaca. Belki de bu Zeliha'nın yanında kullandığı ilk kaba kelimeydi.


"Abartma..."


"Abinden seni buluyor, sonra okulda bulup yanına geliyor. Zorla numarasını veriyor."


"Zorla bir şey yapmadı çarpıtma."


"Kaçıncı sınıf bu lavuk?"


Zeliha yüzünü avucunun arasına aldı. Sıkıntıyla soluklandı. Kesinlikle ağabeyine söyleyecek ve Melih'in durumu en başından iptal olacaktı.


"Beş."


"Zeliha bu dolandırıcı. Bölüm zaten dört yıl. Sen şunun numarasını ver bakayım bana."


"Beş derken, bir sene uzatmış. Ayrıca sakin olur musun?"


Melih meselesini bir an önce kapatmak ve bir daha açmamak istiyordu. Olmayacağı daha şimdiden belli olmuştu.


"Ya sen hem okulu uzat hem de Arche mimarlıkta staj hayal et. Üstüne adamın kardeşini bul, git zorla numaranı ver. Hayal dünyasına bak. Torpil istiyor bir de şerefsiz."


"Düzgün konuşur musun? Sadece rica etti. Hem ayrıca okulu neden uzattığını bilemeyiz." dedi. Yine en hassas şekilde düşünen taraf olmuştu. Bir sağlık problemi olmuş olabilirdi, maddi bir zorlukta olabilirdi ya da başka bir şey. Kimsenin hayatını bilmeden yargılamak istemiyordu Zeliha.


"İnan ki okulu neden uzattığı ne beni ne de Fetih abimi ilgilendirir. Uzatmış mı uzatmış, üstelik gitmiş seni bulmuş. Bu abimin zerre hoşuna gitmez. Ahlaklı bir yarış değil bir kere. Olmaz hayır. Bir daha seni rahatsız ederse bana söylüyorsun."


"Kestirip atıyorsun yani hemen." dedi. Zeliha açık seçik bir ayrıcalık bekliyordu. Bir insanı nasıl reddedeceğini bilmiyordu çünkü. Melih bir daha karşısına çıkarsa en azından bir görüşme bile ayarlayamadığını söylemek istemiyordu.


"Attım bile."


"Abimden rica edeceğim."


"Benim lafımın kıymeti yok mu?"


"Benim lafımın kıymeti var mı?"


"Senin lafının kıymeti olduğu kadar kimsenin kıymeti yok Zeliha." dedi Emir. Hiddetten ne söylediğini bilmiyordu. Ağzından kaçırmaktan başka bir şey değildi bu. İkisi de yutkundu. "Ama iş ahlakı başka bir yerde. Sana ileride şu öğrencine ayrıcalık yap deseler yapacak mısın?"


"Ne alakası var?" diye isyan etti Zeliha.


"Birebir aynı olay. Ben hayır diyorum. Hiçbir şekilde isteklerimizi de karşılamıyor zaten lavuk. İş bağlantısını kurabileceği en çirkin şekilde kurmuş eksi, okulu bir sene uzatmış eksi, bahsettiğim okullardan birinde de okumuyor etti bir eksi daha. Konu kapanmıştır."


Seni bulmuş, senin peşinden koşuyor yeni bir eksi. Sana numarasını uzatıyor bir tane daha eksi. Seni araştırmış bir eksi daha... Zeliha Zeliha Zeliha... Bu kadar hassas olma. Elin adamı için bana böyle bakma. Bir insana hayır demek, yardım eli uzatmamak seni dünyanın en kötü insanı yapmaz.


"Ben abimle konuşacağım. Konu benim için de kapanmıştır."


"Öyle mi Zeliha Hanım."


"Öyle Emir Bey."


***


"Çocuğuma orada vermek istediğim ayrın... Çocuğum değil. Allah beni kahretsin çocuğum değil. Öğrencim! Öğ ren cim!"


Zeliha başını amfideki beyaz tahtaya vurdu birkaç kez. "Ya tamam artık çocuğum dersen de. Devam et sen."


"Çocuğum deyince sen mi doğurdun diye koca sınıfta sorup rencide ediyor."


"Biliyorum ama yapabileceğim hiçbir şey yok. Ağzın öyle alışmış."


Yasemin elindeki materyalleri derste kullanacakları sıraya göre dizdi ve kürsünün üzerine koydu. "Tamam baştan başlıyorum." dedi Zeliha ama omuzları düştü, bu gücü kendinde bulamadı. Yasemin'le göz göze geldiler. "Sen bir git kantine su falan al, hatta bir nefeslen. Beni de strese soktun. Hadi Zeliş. Dünyanın sonu değil. Olsun bitsin artık. Zeliha üzerindeki vintage blazer ceketin düğmelerine dokundu ve başını salladı. Yanına aldığı kartla okulun kantinine doğru ilerlerken kafası allak bullaktı sırada dibine kadar girmiş, hatta saçlarına dokunarak kendisini dürtmüş kişiyi fark etmedi bile. Ne zamanki aldığı su için kartını okutacaktı, eli usulca itildi, başka bir kart gösterildi ekrana o zaman fark etti.


Korkuyla geri adım atarken Melih ellerini havaya kaldırdı ve gülümsedi. "Benim korkuttum mu?"


Aslında çok belli etmişti kendini ama Zeliha çok dalgındı. "Dalmışım." duraksadı söyleyecek hiçbir şey bulamadı.


"İsmimi mi hatırlamaya çalışıyorsun?"


"İsmini hatırlıyorum Melih."


"Ah... Madam. Çok mutlu oldum. Çok şık görünüyorsunuz." dedi. Bunu sulanmak için değil tamamen öyle düşündüğü için söylemişti. Zeliha zaten tarzıyla kantine girdiği an fark edilmişti.


"Teşekkür ederim."


"Gergin misin sen?"


"Ders anlatacağım birazdan."


"Anladım. Şey ya sizin bölüm... Tatlı. Mini mini birler çalışkan ikiler... Sempatik. Eğlenceli."


"Teşekkür ederim." dedi Zeliha. Bir an önce gitmek istiyordu ve ona gelecek sorudan kaçmayı hedefliyordu. Verecek bir cevabı yoktu. Emir'le restleştikleri günden beri bir hafta geçmişti. Bu bir haftada tamamen iyileşmişti, artık fiziken iyiydi. Sadece Emir'le konuşmuyordu. O değnek henüz ona değmemiş ve öfkesi nefrete dönmemişti ama öfkesi diriydi. "Benim derse geçmem lazım, birazdan başlayacak dersim."


Adımlarının önü kesildi. "Zeliha bir saniye." dedi Melih. "Numaramı verdiğim günden beri her aramaya sen misin diye bakıyorum. Bak bu benim için çok önemli Zeliha. Hatta... hayat memat meselesi. Çok çok önemli. Tüm umudumu buna bağladım. Lütfen en azından konuştuğunu söyle."


Zeliha neredeyse yalvaran gözlerle ona bakan genci izliyordu. Pür dikkat Zeliha'nın üzerine binen bakışlardan kaçmak için çok geçti.


"Melih..." dedi Zeliha.


"Bak Zeliha. Abinle minik bir görüşme bile ayarlasan ben kendisini ikna edeceğime inanıyorum. Güveniyorum ben. Sadece küçük bir fırsat Zeliha. Minik. Lütfen. İhtiyacım olmasa sana kadar ulaşmazdım, rahatsız etmezdim."


Zeliha'nın gönül teline basabilecek tüm kelimeleri ardı ardına sıraladı Melih. Ve bunu karşısındaki kızın hassasiyetini görerek, biraz duyarak kasti olarak yaptı.


"Ben henüz konuşamadım kendisiyle."


"Konuşacak mısın peki?"


"Konuşacağım ama kabul edeceği garanti değil Melih. Bunun sözünü veremem. Senin benim üstünden ona ulaşman bile onun gözünde eksi."


"Bunu söyleme o zaman? Söylemezsen haberi olmaz ki. Arkadaşım dersin. Arkadaş sayılmaz mıyız? Hı?"


Zeliha kendini bir köşeye sıkışmış kadar hissetti bu sözlerle. "Ben abime yalan söylemem Melih."


"Bu yalan değil... Ben seni arkadaş olarak görüyorum. Yoksa sen görmüyor musun? Bugün bir çay içip arkadaşlığımızı pekiştirelim hatta. Ne dersin?"


"İşim var çıkıştı. Melih benim gitmem lazım." dedi Zeliha birkaç adım uzaklaştı. "Ama söz abimle konuşacağım, biraz ısrarcı da olacağım. Arayacağım seni."


Melih'in onu durduramayacağı kadar hızlı davrandı ve profesörle aynı anda girdi amfiye. Aldığı suyu bile içemeden başladı ders anlatmaya.


***


"Arasından almak istediğin var mı Yasemin?"


Zeliha'nın sunumun hemen ardından arkadan mandal tokayla topladığı saçlarından birkaç tutam önüne dökülmüştü. "Yurtta yer yok sen götür." dedi Yasemin. Arkadaşı iki senedir yapılan her materyali büyük bir iradeyle evine götürüyor ve atmıyordu. Zeliha ısınmış yanaklarını yelledi ve bir yığın etkinliği kucakladı. İyi geçen bir sunumun ardından, ağırlığı olumlu olan yorumlar duymuştu. Atlatmıştı, bundan sonra sadece izleyici olacağı için mutluydu.


Okul kapısından çıktıklarında Yasemin durağa doğru yürümeden önce elindekileri de Zeliha'ya yükledi. Muhtemeldir ki devirecekti Zeliha birazdan. Bir an önce bir taksi çevirmeli ve eve atmalıydı kendini. Eğilip bu kadar ürünü toplamak istemiyordu. Kaldırımdan yürürken arkadan gelen korna sesini üstüne alınmamak için çok direndi ama bu artık mümkün değildi. Korkuyla adımları hızlandı. Dönüp bakmıyordu, muhatap olmadan bir an önce taksiye binmek istiyordu.


"Düşman mıyız Zeliha Hanım?"


Telaştan ayakları birbirine dolaşmak üzere olan Zeliha bir de aniden ses duyunca korktuğu oldu ve elindekileri devirdi. Bir tanesinin düşmesi yeterdi zaten diğerlerinin kaymasına. Emir arabayı durdurup inene kadar Zeliha bıkkınca yere bakıyordu.


"Ya insan arkadan öyle mi gelir başka biri sandım!"


Emir'le aynı anda eğildiler ve toplamaya başladılar. Emir her etkinliği ayrı ayrı incelediği için zaman alıyordu. En son plastik bir tabağa yapılmış inek desenine baktı. "İnek mi oldunuz?"


Zeliha kızacaktı ama tamamen boşluğuna geldi, oturduğu yerde kıkır kıkır gülmeye başladı. "Video varsa Allah aşkına göster... Alay etmeyeceğim."


"İnek olmadık!"


"Doğru söyle."


"Yemin ederim ya."


Emir topladığı her parçayı özenle arabanın arkasına koydu ve Zeliha'ya kapıyı açamadan aralarında karşılıklı bir danışıklı dövüş yaşandı Zeliha kazandı, bindi arabaya. Evet en son Emir'e öfkeliydi. Evet en son yüzünü de göresi yoktu ama şu an ihtiyacı vardı. Her anlamda.


Emir sürücü koltuğuna geçti ve kemerini bağladı. "Eskiden sunumunun olacağı gün beni çağırırdın." dedi.


"Eskiden beni hiç öfkelendirmezdin."


"Hâlâ öfkeli misin gerçekten?"


"Hâlâ aynı fikirde misin?"


"Tamamen." dedi Emir tereddütsüz. Zeliha'nın bu konuyu açması bile sinirlerine dokunuyordu.


"Hâlâ sinirliyim o zaman."


Bu sunumlardan sonra beraber yemek yemeye de giderlerdi. Kutlarlardı. Çekilen video ve fotoğrafları izlerlerdi ama bunu bugün yapmayacakları her halinden belliydi ikisin de.


"Abini aramamışsın anladığım kadarıyla. Bu isteğinin yanlış olacağını fark edeceğini biliyordum ben zaten."


"Hiçbir şeyden vazgeçmedim." dedi Zeliha. "Hatta arayacağım şimdi. Tam burada arayacağım. Abimi de ikna edeceğim. Sen de anlayacaksın şu yıkılmaz katılığının ne kadar yersiz olduğunu."


Telefonunu çıkardı ve Emir'in tüm engel olma çabalarına rağmen aradı ağabeyini. Çok geçmeden de yanıt buldu zaten araması. "Efendim Zeliha."


Sesi öfkeli, sabırsız ya da sinirli değildi. Lütfen iyi bir anında ol abi...


"Abi nasılsın?" diye adeta cıvıldadı Zeliha.


"İyiyim güzelliğim. Ofisten çıkıyorum, yengeni almaya gideceğim şimdi."


Evet kesinlikle iyi bir anındaydı...


"Ben de iyiyim okuldan çıktım şimdi eve dönüyorum."


"Sunumun vardı değil mi senin bugün? Efsun öyle bir şey söyledi bana. Nasıl geçti?"


Zeliha bacağını sallıyordu kontrol edemediği stresle. Tamam abisi kırmazdı onu. Sakin olmalıydı. "Beklediğimden güzel geçti. Abi ben sana bir şey söyleyeceğim aslında."


"Dinliyorum."


Efsun ablasını mı işin içine katsaydı? Yapamayacaktı sanırım. "Benim okuldan bir arkadaşım var..." yalan bir. Zeliha gözlerini kıstı. "Mimarlık öğrencisi. Seni çok örnek alıyor, hatta idolüsün. Hayran sana. Staj için senin yanında bir şansı var mı?"


Kalbinin atışı arabada duyulabiliyordu. Emir kasti olarak kornaya bastı. Göz göre göre yalan söylüyordu. "Kaçıncı sınıf?" diye sordu Zeliha.


"Son sınıf."


"Siz nereden tanışıyorsunuz?"


"Öyle arkadaş ortamınd..."


"Abi yalan söylüyor." dedi Emir dayanamadan. Öfkesi bir saman alevi gibi titreşti ve Zeliha'nın elinden telefonu alırken arabayı durdurdu.


"Ne yapıyorsun sen ya ver telefonumu!"


"Gözümün içine baka baka adama yalan mı söyleyeceksin Zeliha? Abine üstelik?"


"Hayırdır Emir?"


"Abi olayın aslı şu. Bu adam sana hayran, gidiyor senden Zeliha'yı buluyor. Zeliha'nın bölümüne kadar ulaşıyor sonra okulda karşısına çıkıp numarasını veriyor. Resmen zorluyor kızı seninle konuşsun diye. Hoş mu abi bu? O kadar ısrarcı ki herif yalan söyletiyor resmen ya. Üstelik son sınıf da değil, bir sene uzatmış okulu. Ancak kapı kapı torpil arayan gevezenin teki. Yengemle aynı hastanede çalışsa onu mu bulacaktı? Küstah terbiyesizin teki, bulacağım ben onu."


"YETER!" Zeliha'nın sesi arabada yankılandı ve telefonunu öfkeyle çekip aldı. "YETER! Sen nasıl böyle bir şey yaparsın ya?!"


"Zeliha bağırma."


"BAĞIRIRIM! DUYDUN MU! BAĞIRIRIM! BEN SENİN TELEFONUNU ALIP İŞİNE KARIŞMIYORSAM SEN DE YAPAMAZSIN!" çantasını toparladı arabayı açtı ama inmeden bağırmaya devam etti.


"Hadsizsin. Hayatımda gördüğüm en hadsiz insansın. Abi de demiyorum artık sana. Hadsizsin! Senden..." nefes nefese duraksadı Zeliha. Gözleri dolmuştu. "Nefret ediyorum senden." içine değnek değmiş miydi? "Nefret ediyorum. Bir daha sakın gelme yanıma. Abim ne isterse ne derse desin sakın gelme. İstemiyorum. Evime de gelme, okuluma da gelme."


Zeliha arabanın kapısını tüm kuvvetiyle çarpıp çıktı. Gözyaşları yağmurla aynı anda başladı akmaya. Hızla bir sokaktan döndü, o araba onu görmesin istiyordu. O arabadaki onu görsün istemiyordu. Yağmurla yarışıyordu gözyaşları. Bunu neden yapıyordu? Kafayı yiyecekti. Bunu neden yapıyordu? Yasemin. Sus diye bağırdı boş sokakta. Çiçek geldi aklına. Çiçekler ve notları. Yasemin sussun istiyordu. Zeliha bir gerçekten delicesine kaçıyordu. Öfkesi daha da arttı, adımları su birikintilerinin üstünde tepine tepine gidiyordu. Ayakları sırılsıklam olmuştu. Emir neden böyle yapıyordu? Emir... Abi demek içinden gelmiyordu. Bu öfke onu yiyip bitirecekti. Yasemin. Yasemin'se hiç susmuyordu. Zeliha adeta koşmaya başladı. Zeliha kaçmaya başladı. Neyden bilmiyordu.




Comments


© 2035 by The Book Lover. Powered and secured by Wix

  • Facebook
  • Twitter
bottom of page