UÇURTMAYI SEVMEK 6. BÖLÜM "Beş Emir bir Zeliha Beş Zeliha bir Emir Beş nefret bir sevgi"
- Dilan Durmaz
- 27 Eki 2024
- 10 dakikada okunur
“Çiçeğini atmadım ben!”
“Bağcık bağlamayı bilmiyor musun sen?”
İki öfkeli ses, bir çiçekten ya da bağlanamamış bir bağcıktan bahsetmiyordu sanki. Adeta seslerinde bir devlet meselesini ciddiyeti vardı. Zaman ağzı bağlanmış bir torbaya girmiş gibi aynı anda konuşmaya devam ettiler.
“Attın!”
“Bilmiyorum!”
Zıt olan her şey birbirinden hızla uzaklaşmazsa birleşirdi. Birleşmekten korktuklarını fark etmediler, birbirlerini iterek uzaklaştılar. “Atmadım çiçeğini.” Emir ağzına gelen cümleleri, sitemleri, kırgınlıkları birleştirip dilinin altında tuttu. Bunları Zeliha’ya söylememeliydi. Yanlıştı. Niye sitem etseydi ki? Kendisi için çok sebep vardı ama Zeliha için bu sitemleri dinleyecek, mantıklı yere oturtacak tek bir nokta bile yoktu. Gözlerini kapattı ve kendine üç saniye kadar bir zaman tanıdı.
“Attıysan attın Zeliha, soldular attın. Ömür boyu saklayacak halin yoktu zaten. Neyi kanıtlamaya çalışıyorsun? Attım de geç. Nereye kadar saklayacaktın zaten?”
Dilinin ucu zehirli bir macunu tatmış gibi yandı. “Attıysam attım derdim zaten, sen aptal mısın?” Zeliha küfrün yanından geçmez, argonun da yanından geçmezdi. Emir belki de ilk kez Zeliha’dan duydu bu basit kelimeyi. Çok daha ağırlarını kullanıyor muydu? Fazlasıyla… Ama yine de… Çok garipsedi, yüzü sarsıldı ve dudakları aralık bir halde Zeliha’ya baktı. Sanırsa Zeliha’nın ona aptal demesi biraz zoruna gitti.
“Evet Zeliha, aptalım ben,” dedi tüm bozulmuşluğuyla. Zeliha ondan sahiden nefret ediyordu. Emir dehşete düştü. Kurduğu hayaller Zeliha’nın hislerinin değişmesine yönelikti ama istediği bu kadar taban tabana zıt bir his değildi. Nefret? Kalbi sıkışıyordu, karşısındaki genç kız adeta onu boğazlayacaktı. Ve karşısındaki genç kızın şimdiye kadar kimseden nefret ettiğini görmemişti.
“Hayır değilsin özür dilerim, ben öyle söylemek istemedim.” Zeliha ağzından çıktığı gibi pişman olmuştu. Adeta rencide etmişti. Arada sırada erkek kardeşi Kürşat’a söylerdi ama onda da zaten alınmadığını bilirdi. İlk defa gerçek anlamda birinin yüzüne doğru hakaret etmişti. Hadsizce…
“Yok yok öyleyim, ben anlayacağımı anladım.”
“Hayır hayır, yemin ederim özür dilerim. Sadece beni o kadar öfkelendiriyorsun ki, ne diyeceğimi şaşırıyorum! Gerçekten… Şu halime bak ya!”
“Benden nefret mi ediyorsunuz gerçekten Zeliha?” diye sordu açıkça. Emir dönüp bakıyordu, dönüp bakıyordu yaptıklarına. Tamam belki muhteşem bir dönemden geçmiyorlardı ama aralarındaki bağ, adı Emir’in hoşuna gitmese bile, böylesine çabuk renk değiştirecek bir şey değildi. Öyle miydi?
Zeliha maruz kaldığı sorudan koşarak kaçmak istedi. İçinde bile köşe bucak olduğu bu soru muhatabından aniden geldi. Öylesine üzdü ki onu bu soruyu sesli duymak, omuzları düştü ve başını eğdi hafifçe. Bu demek oluyordu ki, hissettiriyor muydu? Evet… Bu, bu çok kötüydü. Emir ona tek bir gün bile böyle hissettirmemişti. Zeliha ona kötülük yapanlara karşı bile nefreti hissetmiyordu. Emir’e karşı mı hissedecekti? Bu adeta ihanetti. Elinde değildi ama bu Emir’e ihanetti. Tutamıyordu, Emir abisinin onun içinde eksilerek tükenmesine engel olamıyordu. Abi sıfatı adeta tuzla buz olmuştu, sıra adına mı gelmişti? Yetişkinlik kolay nefreti de yanında mı getiriyordu?
Emir kocaman bir itiraz bekledi. Öylesine bekledi ki bunu, Zeliha küçük bir çocuk gibi aksini iddia etsin, bazen aksini savunmak için yerinde zıplardı, zıplasın, yanakları al al olsun, telaşla oradan oraya giderek aksini söylesin diye bekledi ama bu tepkiyi almadı. Ondan sahiden nefret ediyordu.
“Gerçekten nefretlik duruma geldin demek…” dedi şaşkınlıkla. Tutamadı kendini ve açıkça söyledi. “Elin lavuğu yüzünden.”
Zeliha bu hissettikleri bir başka erkeğe bağlanmasaydı sahiden buradan döndürmeye çalışacaktı. Emir’e olan hisleri geçiciydi belki de ama o körüklemeye devam etmeseydi geçici olacaktı. “Sen ciddi misin?”
“Safi inkâr, başka hiçbir şey yaptığın yok. Sözde senin arkadaşın bile değil, okuldan herhangi bir çocuk ama onun için adeta benden nefret ediyorsun,” dedi hayretle. Aklını kaçıracaktı. Bu kadar çabuk mu gözden çıkarılacak biriydi o? Demek ki Zeliha’nın onunla bir tanışıklığı olsa, daha da ileri gidecekti. Onu tümüyle hayatından bile çıkarabilirdi. “Elin it kopuğu yüzünden, ne idüğü belirsi…”
“Emir sus daha fazla çirkinleşme.”
“Yalan mı? Hırlı mı hırsız mı belli değil, sapık mı psikopa…” hiç tanımadığı biri hakkında öylesine ileri gitti ki, Zeliha’nın aptal dediği için burkulan yüreği elbet de o yabancıya haksızlığa da tahammül edemedi. O çocuğun hiçbir suçu yoktu, kaldı ki mesleği için çabalayan, uğraşan bir öğrenciden farkı yoktu. Zeliha kendine suç payı bıraktı, tüm bu olanlar bu süreci yönetemediği içindi.
“Arkadaşım hakkında düzgün konuş,” dedi hiddetle. Bir insanı nasıl savunacağını bile bilmiyordu. Oturup içinden sadece ağlamak geliyordu. Emir’e sesini yükseltse, hakaret etse, sesini kesmesi için emirler verse yine de onu yaralayamazdı. Emir’in kalbinin ortasına inen okkalı tokat kalp atışlarını hızlandırdı. Dondu kaldı, olduğu gibi baktı sadede.
Arkadaşım mı?
“Arkadaşın?” dedi titrek bir sesle. Görüşmeye başlamışlardı o zaman? Kan akışı durması mümkün değildi ama hissettiği bir eksiği değildi. Tüm organları tutukluk yaşadı adeta. Bir adım atmak istese atamazdı.
“Arkadaşım,” Yasemin’in sesi, çın çın ötüyordu kulağında Zeliha’nın. Bir şeyler anlaşılmak için karşısında duruyordu Zeliha bakıyordu ama görmeyi reddediyordu. Emir’in yıkımına şahit oldu. “Ve sen böyle hadsizce konuşamazsın çünkü ben senin arkadaşların hakkında konuşmuyorum. Anlıyor musun? Gücünüzün yettiği herkese her şeyi söylemeyi hak görüyorsunuz, o da yetmiyor gücünüz herkese yetiyor sanıyorsunuz,”
Son cümlelerindeki çoğunluk ağabeyini kapsıyordu. Emir onun yanında büyümüş bir adamdı elbette ondan farksız olacaktı. Efsun ablası nasıl baş ediyordu bununla? Efsun ablasıyla kendisini niye kıyaslıyordu?
Emir gözlerinin parladığını Zeliha’dan önce fark etti. Hızla önce gökyüzüne baktı sonra rastgele ortalığa. Nefes alamıyordu. Gömleğinin düğmelerini açmak istiyordu. “Yanlışın var,” dedi sadece. “Benim gücüm sana yetmiyor.”
Hem de senelerdir Zeliha, senelerdir biraz bile gücüm yetmedi sana. Her şeyi er ya da geç, zor ya da kolay, tam ya da yarım, az ya da çok bir şekilde yaptım, elde ettim ama sana olan bu laneti içimden atamadım. Bileğimden gücü çektin, çektiğini bile bilmedim. Zeliha, sen benden gücümü alırken bile benden bir haberdin.
Hiçbir şey söylemedi, çekti gitti. Durduran da olmadı. Emir nereden giderse gitsin insanlar onu durdurmaz sanıyordu. Ya da öyle hissediyordu. Zeliha da yanıltmadı. Arabasına yürüdü birkaç adımda, bağcığını bağlamadın, dedi son nefeste sonra çöktü araba koltuğuna. Son bir kuvvet sürdü arabayı ilerledi. Çok yol gitmedi, cadde sonuna gitti, çekti köşeye arabayı. Ağlamak bir birikim isterdi muhakkak. Gözyaşı gülümseme gibi ansızın doğmazdı, öyle sanılırdı en azından. Emir’in baskıladığı her his, bir araba köşesinde dışa vurdu. Hislerin kusuşu, tıka basa dolu olan bir mide gibi tüm genzini yaktı.
Ağlamak için Zeliha’nın nefretini duymayı beklediğini o da bilmiyordu. Acı yalnızca midesini değil kalbini de yakıyordu. İçinde kaybın acısı vardı. Zeliha… Daha bulmadan kaybetmişti değil. Emir Zeliha’nın ona duyduğu o temiz sevgiyi bile kaybetmişti. Zeliha… Birkaç kez adını sayıkladı, senelerin acısı tek bir gecede, alnını direksiyona yaslamışken çıktı. Hıçkıra hıçkıra ağladı. “Anne olmadı,” dedi. Olmasını mı beklemişti? Umut ne kötü şeydi. Umut tüm kötülüklerin çekirdeğiydi.
***
“Buranın kahveleri güzeldir ya, seviyorum ben. Geliriz arkadaşlarla hep, senin var mı böyle keşfettiğin yerler İzmir’de?”
Melih karşısındaki kızın onu dinlemediğini farkındaydı. Konuyu da durmadan değiştiriyordu aslında ama bir türlü dikkatini çekemiyordu. Karşısındaki kızı staj için bir araç olarak görmüyordu. Yani evet öyleydi ama tek bu değildi sebep. Onunla sohbet etmek istiyordu. Onu dinlemek istiyordu. Zeliha konuşmamaya devam ettikçe Melih’in ona karşı merak duygusu kabarmaya devam ediyordu. Parmağını şıklattı bir kez.
“Hu hu, dünyadan Zeliha’ya. Dünyadan Zeliha’ya, hocam burada mısınız?”
Zeliha’nın günlerdir aklına dönen o son gece şimdi de düşündüğü tek şeydi. Kusacaktı artık, uyurken düşünüyordu, uyandığında düşünüyordu, yemek yerken, ders dinlerken, kahve içerken… Nefret edip etmediğini sorunca neden hayır dememişti? Öyle olsa bile, ki bundan emin değildi, bir insanı incitmek bu kadar kolay mıydı? Neden buradaydı? Nasıl kanmıştı da buraya gelmişti? Çok saçmaydı. Eve gitmek ve uyumak istiyordu. Ya da ağlamak. Neden acı çekiyordu? Aklı almıyordu. Ne saçma işti. İnsan neden acı çekerdi ki? Sebebi neydi? Emir artık yoktu. Emir… Abi kısmı yıkılırken sadece öfkeliydi ama Emir kısmı için aynı şeyi söyleyemezdi. Adeta acı çekiyordu. İçinden sökülüyordu. Neydi bu?
Bir hafta olmuştu, denk bile gelmemişlerdi.
Yasemin bir kez ona demişti ki iki insan birbirinin yörüngesinden çıkarsa, bu anne baba da olabilir arkadaş da sevgili de, bir daha onunla aynı sokakta bile denk gelmez. Emir ve Zeliha birbirinin yörüngesinden çıkmışlar mıydı? Emir’i bir daha hayatı boyunca görmeyecek gibi hissediyordu.
“Ne dedin?” diye sordu karşısındaki kişiye. “Pardon dalmışım.”
“Çok mu sıkıcıyım?”
“Estağfurullah. Ben sadece biraz dalgınım, gerçekten. Buraya neden geldim onu bile bilmiyorum…”
“Gerçekten sıkıcıyım… O kadar mı ya?”
“Melih…”
“Zeliha bırak da bu staj işi oldu diye sana bir kahve ısmarlayayım ya... Lütfen. Ki bence biz arkadaşız ya artık, ne dersin? Değil miyiz?”
Zeliha acıyla gözlerini kıstı. Arkadaş? Bir haftaya kadar arkadaş sayılardı galiba. Zeliha öyle söylemişti. Ama şimdi? Hayır kesinlikle arkadaş değillerdi ve Zeliha olmak da istemiyordu. Zeliha’nın istediği… Ellerini sıktı. Kafayı yiyecekti. Emir’le öylesine güzel vakit geçirirlerdi ki Zeliha onu kaybetmeden bunu fark etmemişti. Emir onun adeta arkadaşı olmuştu. Bazen ağabeyi. Bazen öğretmeni. Bazen öğrencisi. O an ne gerekiyorsa o olmuştu. Zeliha bunu bir haftadır dönüp durduğu galerisinde görmüştü. Çok eğleniyordu Emir’le. Şimdi bir kahveyi bile bitiremiyordu. Yasemin adeta Emir’in yanında ufak kalıyordu. Zeliha bu gerçekle çok ağır karşılaşmıştı. Ne yapacaktı?
“Yani…” dedi. Ne diyeceğini bilemedi. “Yani daha yeteri kadar vakit geçirmedik ki.”
“Ben seve seve geçirmek isterim. Bilmiyorum mesleğinden mi ama adeta huzurlu alansın ya. Bir de konuşsan. Bak benim bu okulda bir tek eğitim fakültesinden arkadaşım yok. İşte o sen olmalısın.”
“Melih kalkabilir miyiz?” deyiverdi aniden. Kendini bu masada hissetmiyordu. Oturdukça koltuğu dikenleniyordu.
“Çok kırıcısın…”
“Çok özür dilerim ama bugün… Hatta bu aralar benim için berbat bir dönem. Gerçekten, derslere katılmak bile zulüm gibi. Elimde değil. Staj için hallolduğu için de çok mutluyum ve inan bana bir borcun yok. Kendin başardın. Abim beğenmese asla kabul etmezdi.”
Dikkatle karşısında mutsuzluktan kırılan genç kıza baktı. “Zeliha iyi misin? Bir sorun varsa dinleyebilirim…”
Başını salladı yalnızca. O Emir’e anlatmak istiyordu. Evet onunla alakalı şeyleri de ona anlatmak istiyordu. Buna alışıktı çünkü. Yasemin ve Emir’e anlatırdı. Şimdi Yasemin de yasaklı bölgeydi. Kime anlatacaktı?
“Kalkalım mı?”
Daha fazla, bugün için zorlamanın bir anlamı yoktu. Kız istemiyor diye ikaz etti içinden ve kalktılar. Zeliha’nın arkasından yürüdü ve arabasına kadar eşlik etti. Genç kız anlayışından ötürü teşekkür etti ve arabasına binip uzaklaştı. Aracının bile tadını çıkaramıyordu. Olmuyordu. Hiç hayallerindeki gibi değildi. Bazen egece ansızın kalkıp arabasıyla sokak sokak dolaşmak istiyordu ama zor durumda kalırsa arayacağı bir Emir bile yoktu. Korkuyordu.
Eve gitti, kıyafetlerini bile çıkarmadan yorganın altına girdi. O gece, Yasemin, Emir, nefret ve daha fazlası döndü durdu aklında. Ne uyuyabildi ne kitap okuyabildi ne de yemek yiyebildi. Kafasının içi sussun diye müzik açtı. Bangır bangır çalıyordu, gece uyandığında parmak uçlarında yürüyen Zeliha komşularını bile umursamadı. Kimseyi umursamak istemiyordu. Kalktı yataktan, odada tur attı, çamaşırları yıkadı, evi temizledi, yulaflı kurabiye yaptı ama tadına bile bakmadı, duş aldı ve saçında havluyla evin ortasında oturdu. Halının üzerine. Neden bir kedi sahiplenmiyordu? Çünkü ona iyi bakamayacağını düşünüyordu. Zeliha hep yetersiz hissederdi zaten. Bu kez yetersiz hissettirmişti. Hem de Emir’e. Bir kediye iyi bakamaz mıydı? Abisi ve yengesinin evindeki kediyi düşündü. Onlar çok iyi bakıyorlardı, Zeliha o kadar iyi bakamazdı. Kimden yardım alacaktı ki? Kimse yoktu. Çenesini dizlerine yasladı bir ileri bir geri salladı. Balık alabilirdi? Onları bir akvaryuma hapsetmek çok yanlıştı. Emir’i düşündü. O küçükken balığına fazla yem verdiği için öldüğünü söylemişti. Balık bakımından anlamıyordu o da. Anlasa ne yazardı, arayamazdı ki onu?
Yasemin’in dedikleri doğru olabilir miydi? Düşün Zeliha, düşün… Ne zamandan beri? Aynı evde yaşadıkları dönem ikisi de çok küçüktü, olamazdı. Ondan sonrasında zaten aynı şehirde bile değillerdi. Seni seven olmaz ki Zeliha. Bu cümleyi bastıramadı. Onu bu dünya üzerinde sadece ağabeyi ve yengesi sever sanıyordu. Zeliha sevileceğini sanmıyordu.
Duraksadı, gözlerini yumdu.
Sevilmek?
Kalbi sıkıştı. Yasemin haklı mıydı? O son gecedeki surat ifadesini hatırladı Emir’in. Tanıdıktı. Kahretsin ki tanıdıktı. Ağabeyi ve yengesi evlenmeden önce, ağabeyi kimi görse yengesinin yanında aynen öyle bakardı. O abartılı yüz ifadesi, o bozulmuşluk… Kahretsin aynısıydı! Bunu arkadaşlarının erkek arkadaşlarında bile görüyordu zaman zaman. Neden? Ne zaman? Niye? Beş ne bir k. Beş Emir bir Zeliha. Beş Zeliha bir Emir. Beş nefret bir sevgi. Sırtını halının üzerine bıraktı. Nefret ettiği adam tarafından sevilmek. Sevildiği adamdan nefret etmek. Nefret mi ediyordu? Seviliyor muydu? Bu nasıl bir şeydi? Ağabeyinin yengesini sevmesi gibi miydi? Tüyleri diken diken oldu, işte bu çok büyüktü. Babasının annesini sevmesi? Hayır bu da çok büyüktü. Zeliha bu kadar büyük bir şeyde bulunacak kadar yer kaplamıyordu ki dünyada.
Tavanı izledi dakikalarca. Ne yapacaktı? Bu nasıl bir şeydi ki Efsun ablasını bile arayamıyordu? Kafayı yemesine az kalmıştı, bu dünya üzerinde ne olursa olsun onu arar sanıyordu, onu bile arayamıyordu artık.
Emir’den nefret ediyordu.
Kaç dakika geçti bilinmez, artık tavanı izlemiyordu. Halının ortasına uzanmış gözlerini kapatmıştı. Sadece onunla olan çocukluk anılarını düşünüyordu. Sonra ansızın kapı sesiyle irkildi. Havlusu bile saçının üzerindeydi. Saate baktı korkuyla. Gece ikiye geliyordu. Komşular, dedi telaşla. Hemen kalktı yerinden. Müziği kapatmıştı aslında, hareketsizce yatıyordu ama bunları düşünemiyordu. Daha özür dilemeden baygınlık geçirecek kadar utandı. “Kim o?” diye seslendi. Ses gelmedi. Daha çok korktu Zeliha. Allah kahretsin evde olduğunu da belli etmişti?
Korkuyla telefonunu almak için etrafa bakınırken delikten bakmayı akıl etti. Çok da yaklaşmadan bakmaya çalıştı. İki büklüm bir adam. Takım elbiseli. Emir… Zeliha daha çok yaklaştı deliğe. Evet bu Emir’di. Korkusu azalmadı, aksine telaş bile eklendi. Yaralı mıydı? Hızla açtı kapıyı ve Emir’in dengesini biraz daha bozdu. Zeliha kan revan bekledi. Yerlere şarıl şarıl akan kanın biriktiğini bile düşündü. Evet bunların hepsini düşündü…
Ne yara vardı ne kan. Sadece bir koku vardı. Zeliha’nın çok maruz kalmadığı ama tanıyabildiği bir koku. Ağır bir içki kokusu.
“Hayırlı akşamlar,” dedi Emir başını kaldırıp. Bayık gözlerle Zeliha’yı izledi. “Ben geldim. Kovdun ama.”
“Emir,” dedi Zeliha, eksiklik hissetmeden.
“Bu ne hâl?”
“Beni içeri davet eder misin?” diye sordu.
Ayakta duracak durumda değildi. Zeliha kapıyı daha çok açtı, bu gel demekti. Emir de girdi zaten hemen. Birkaç sarsak adımdan sonra Zeliha’nın az önce üzerine yattığı halının ucuna ayağı takıldı ve devrildi. Ne Zeliha’nın çığlığı ne de Emir’in çabası engel olabildi düşmesine. Düştü öylece ve düştüğü yerde kaldı.
“İyi misin?”
“Değilim.”
“Hadi kalk.”
“Ben kovulduğum insanın koltuğuna oturmam,” dedi sakin bir sesle. Zeliha dilinin ucuna gelen cümleyi yuttu. “Kahve içelim mi?” diye sordu aniden. “Pardon pardon sen bugün içtin zaten. Daha fazla içme, çarpıntı yapar.”
Bazı kelimeler yaylana yaylana çıkıyordu ağzından ama anlaşılıyordu ne dediği. Halının üzerine tıpkı Zeliha gibi uzandı ve tavana baktı. “Emir kalk Allah aşkına!”
“Halı çok güzel, gelsene.” Elini yan tarafındaki boşluğa vurdu. Yarın bu hali onu öylesine utandıracaktı ki kendine içkiyi nasuh tövbesiyle yasaklayacaktı. Zeliha bir süre ayakta kaldı, Emir kalkmıyordu. Sonra bir deli cesaret, umursamazlık ya da içkinin kokusu bile etki etti. Oturdu yanındaki boşluğa. Emir omzunun üzerine yattı ve Zeliha’ya bağdı. “Bana kurabiye mi yaptın?”
“Sana yapmadım.”
“Ona mı yaptın? Boğazında kalır inşallah.”
“Sen aklını kaçırmışsın.”
“Aynen öyle. Deliyim ben deliyim. Deli.”
“Belli.”
“Belli.”
Sustular. Emir tavanı Zeliha halıyı izledi. Ne iğrençti bu içki kokusu. Sigara kokusuyla birleşmişti bir de, bir insan kendine bu kötü kokuyu nasıl yakıştırırdı? Aklı almıyordu.
“Hani severdi bir gün?”
“Hı?”
“Öyle demiştin ya…” Sevmişti ama bir başkasını. “Niye sevmiyor Zeliha demiştim, sever bir gün demiştin. Uçurtma uçtu, o sevmedi.”
Zeliha’nın kalbi hızlandı ilk kez böyle bir duyguyla. Daha öncekilere hiç benzemiyordu. Yanakları al al oldu. Hatırlıyordu. Demişti. Sever bir gün demişti. Kim sevmemişti onu? Elleri soğudu, nefesi hızlandı.
“Kim sevmedi?”
“O.”
“O kim?” dedi neredeyse nefes nefese kalacaktı.
“Vicdansızın teki.”
“Vicdansızın teki olan kim?”
“O işte, o. Çok güzel kurabiye yapıyor,” demesin mi? Zeliha tümüyle kaybetti kendini. Elleri titremeye başladı. Kendini odaya kapatmak istedi. Konuşamadı bir süre. Nefes alamıyordu, kalbi kıyafetinin üstünden atışını belli ediyordu.
“Yulaflı mı?” diye sordu son bir kuvvetle. Emir kıkır kıkır güldü, işaret parmağını salladı ve “Seni gidi seni,” dedi bir çocukla konuşur gibi. Emir gözlerini kapattı, adeta sızdı yerde. Zeliha oturduğu yerde gözyaşlarına engel olamadı. Neden ağlıyordu? Bir insan sevildiği için ağlar mıydı? Gözlerini durduramıyordu. Durmaksızın akıyordu.
Ne kadar süre öyle kaldılar bilmiyordu. Biri yerde uyuyor, diğeri ağlıyorken aralarına bir gerçek oturmuştu. Zeliha artık kaçamıyordu. Hem bakıyor hem de görüyordu. Sonra Zeliha kalktı yerinden, Emir’i de zorla, çekiştire çekiştire kaldırdı. Emir de kalktı. “Sokağa mı atacaksın beni?” diye sordu. Gitti kurabiye aldı bir tane. “Bari kurabiye ver vicdansız.”
Vicdansızın teki.
O kurabiyesini yerken Zeliha onu evin boş olan odasına götürdü, hiç çabasız yatağa düştü. Zeliha en azından üstünü örtmek istedi ama Emir elini tuttu zarifçe. Zeliha ne korktu ne de geri çekildi öylece baktı bu zarif dokunuşa. Emir gözlerini son kez açtı ve açıkça sordu. Çekinmeden.
“Niye sevmedin Zeliha?”
sö saat 10da mıydı
emir inşallah bu kafayla araba sürüp kızın yanına gitmemişsindir. istiyorsan ışınlanmayı icat et ama sarhoşken araba kullanmamış ol lütfenn
Emirle Zeliha çok tatlılar ya😍
satır arası yorum nereden yapılıyor ya bulamadım
Emir ya üzümlü kekim