UÇURTMAYI SEVMEK 7. BÖLÜM - AKREP KADINI ve İKİZLER ERKEĞİ
- Dilan Durmaz
- 29 Kas 2024
- 9 dakikada okunur
Hissetmek öldürür müydü?
Bu sorunun cevabı hayırdı ama öldürmeye gücü yetmeyen her duygu ne yapardı? Uyku? Uykuları çalabilirdi evet. Zeliha kesik kesik dalmaları dışında uyumamıştı. Zihni o kadar yüksek sesle konuşuyor, kalbi öylesine hızlanıyordu ki değil uyumak çoğu kez yatakta bile duramıyordu. Odasındaki pencere üst taraftan açıktı, ateşi yoktu ama yüzünde, hatta bir tek yüzünde yoğun bir ısı artışı vardı. Nefesi kesiliyor, göğsü daralıyor, çok sevdiği odası onu pek fena yapıyordu. Defalarca kez odanın içinde tur attı, çıkıp Emir’e bakmak istedi ama çekindi, dışarıdan gelen her sese kulak kesildi. Kalkıp gitmesinden… Korkuyordu? İstemiyordu? Hayır hayır… Yalnızca o sarhoştu ve o şekilde gidip ne yapacağından endişeleniyordu. Bazen nefret etmek, bunları düşünmeye engel değildi. Değildi değil mi? Çünkü bu hissi açıkça bir nefretti.
Sabah gün ağardığını gördü, güneşin doğuşunu izledi ama tam da o sıra yaşadığı kısa dalmalardan birinin içine düştü. Gözleri kapandı ve bilinci bir yorgan tarafından örtüldü. Varla yok arasında bir rüya gördü. Emir ve kendi çocukluğundan birkaç anekdot, şimdiki halleriyle aynı ortamdaydı ve bu bir rüyaya yakışır şekilde ütopikti.
Telefonu bu kadar ısrarla çalmasa o rüya karmaşasıyla biraz daha uğraşacaktı. Bir ağaçtan düştüğünü hissetti, rüyada da küçük Emir’le aynı ağaçta oturuyorlardı ama bunu hiç hatırlamadı, irkildi, kocaman açılmış gözleriyle beyaz duvara baktı. Gözlerini açtıktan on iki saniye sonra telefonun çaldığını anladı.
Uykunun ona yalnızca kırk dakika unutturduğu her an yavaş yavaş hatırlandı ve ekrandaki ismi okudu sesli bir şekilde. Sabah saat daha çok erkendi, niye Efsun ablası onu arıyordu ki? Kapanmak üzereyken açtı telefonu. Son zamanlarda daha sık aranıyordu. Son zamanlarda daha sık ziyaret ediliyordu ve hatta son zamanlarda uzun zamandır isteyip de yapılmayan şeyler bile yapılıyordu.
Dışarıdan o kadar mı kötü duruyorum dedi kısa bir an.
“Efendim Efsun abla,” dedi. Dün konuşmamışlardı. Zeliha aranmış ama açmamıştı. Canı kimselerle konuşmak istememişti. Ve biliyordu ki karşı taraf sebebini çözemese de Zeliha’nın kötü bir dönem geçirdiğini farkındaydı. Kendini gizleyememişti.
“İçim ne olur ne olmaz rahat etmedi, çat kapı gelmek istemiyorum. Bu kez araba hediyemiz de yok,” dedi hiç beklemeden konuya girip.
“Ne?”
“Biz geldik.”
“Siz mi geldiniz?”
“Evet geldik ama belki arkadaşın vardır tam müsait değilsin diye ben beş dakika kala haber vermek aklıma geldi. Müsait değilsen dışarıda kahvaltı yapıp öyle gelelim,”
“Ne alakası var Efsun?” dediğini duydu abisi.
“Ya ne demek ne alakası var?”
“Arkadaşı da bizimle kahvaltı yapar, ne var bunda? Biz rahatsızlık duyulacak insanlar mıyız?”
“Ben artık öyle olduğumuzu düşünüyorum. Ben hayatta insanların evine böyle habersiz gitmezdim, senin yüzünden oldu bu,”
“Fesuphanallah.”
“Asıl sana fesuphanallah.”
Yan oda… Emir. “Efsun abla!” dedi Zeliha telaşla.
“Efendim?”
Zeliha üzerindeki yorgana ayaklarını çarpa çarpa kalktı, bir türlü cümle kuramadı, kelimelerle geveledi, en sonunda da telaş telefonu kapatmasına sebep oldu. Hiç destursuz kapıyı açtı, Emir istifini bozmadan huzurla uyuyordu. “Emir!” diye bağırdı. Öylesine telaş yapıyordu ki yerinde zıplıyor elleri ayakları birbirine dolanıyor, dengesini kaybediyordu. Ona ilk kez değil belki ama son dönemden sonra ilk kez bu kadar destursuz dokundu. Hışımla kolundan dürttü.
“Emir kalk!”
Yakalanmış gibi hissediyordu. Yakalanmak için suç işlemek gerekmez miydi? Suç mu işlemişlerdi? Kim? Emir ve Zeliha. Aynı cümle içerisinde, ikisi de suçlu muydu? Zeliha daha da korktu, Emir’i kolundan tutarak sarsmaya başladı. Avucunun içine tam olarak kol kasının olduğu kısım denk geldi, Emir kendini kastıkça daha da sertleşti teni Zeliha’nın avucuna. Zeliha bu kaya gibi sert olan kol onu hissedemez sandıkça tırnaklarını da batıyordu. Emir’i bu ince çizikler uyandırdı. Suya dalmış bir köpek gibi salladı kafasını, geri çekildi ve gözlerini aralamaya çalıştı.
“UYAN! UYAN ABİMLER GELİYOR UYAN!”
Sert bir darbe, bu cümle kadar esaslı olmazdı. Emir’e yetti. “Ne?” dedi korkuyla. Ortalığa bakındı. Evinde değildi. Zeliha’ya baktı. Belki de evindeydi… “Kim geliyor nasıl geliyor?”
“Üç dört dakikaya buradalar! Geliyorlar! Emir kalk!”
Emir’in ne dün geceyi ne de şimdi içinde bulunduğu anı düşünmeye zamanı vardı. Hızla yerinden doğruldu Zeliha oturma odasına koştu ve dün Emir’den düşen ceketi aldı. Hızla odaya geri koşarken kapı girişinde iki beden şiddetli bir şekilde çarpıştı. Zeliha’nın alnı Emir’in çenesine çarptı, ikisi de acı dolu bir sesle ayrıldı birbirinden ve darbe yedikleri yere ellerini bastılar. Emir’in canı daha çok yansa da ilk o “Zeliha,” dedi. “Zeliha iyi misin?”
Elini elinin üstüne bastırdı. “Zeliha,” dedi.
“Kafam koptu.”
“Hayır kopmadı.”
“Kafam koptu.”
Emir’in gözlerinin önünde çarpanlar şimşekler değildi. Dün geceydi, dili damağı kupkuruydu, dilinin altında kurabiye kırıntıları vardı. Vicdansız teki. Dünyanın en güzel yulaflı kurabiyesini yapan vicdansızlar. “Bakayım alnına, çek elini.”
Emir Zeliha’nın elini avucunun içine aldı ve alnından çekti. Acıyla buruşmuş yüzüne bakınca irkildi. Hayır alnı kanamıyordu, hayır acısı da onu irkiltmemişti… Sadece dün gece geldi aklına. Onu böylesine korkutan, bir gece vakti sarhoşken geldiği kapının sahibiydi. Uçurtmalar ve sevişler… Emir’in itirafları kulaklarında uğulduyordu. Her şeyi hatırlıyordu. Kendisi bile hatırlıyorken ya Zeliha?
“Kopmamış…” dedi Emir.
“Abimler geliyor.”
“Gitmem lazım.”
“Gitmen lazım.”
“Neden?”
“Neden?”
Neden gizli saklı bir işin içindelermiş gibi davranıyorlardı ki? Gizli saklı bir şey? Ne? İkisi de gözlerini kaçırdı birbirinden. Emir yeniden geçmek isterken yine çarptılar birbirlerine. “Zeliha çıksana önümden!”
“Yürümeyi bilmiyor musun sen?”
Adeta birbirlerini ite ite yürümeye başladılar. Dışarıdan ne kadar aptalca gözüktüklerini farkında bile değillerdi, belki bu kadar birbirlerine odaklanmasalar, iki normal insan gibi hareket etseler bu beş adımlık mesafeyi kapı çalınmadan tamamlarlardı ama olmadı. O kapı çaldı. Zeliha’nın aniden kapattığı telefon beş dakikayı daha da azalttı. İkisi de korkuyla birbirine baktı. Alttan çalmıyordu kapı, tam olarak iki karış ötede çalıyordu. Zeliha’nın soluk sesleriyle artık duyulan “Geldiler!” dedi. Artık çıkış yoktu. Emir okkalı bir küfür savurdu, artık sesleri yoktu sadece beden dilleri vardı. Zeliha etrafında turladı. “Geldiler geldiler!” diye fısıldadı.
“Leş gibi içki kokuyorum, Allah benim belamı versin!”
Ne bir parfüm vardı yanında ne de yedek kıyafet. Sabahın bu saatinde, üstünde alkol kokusuyla açıklayabileceği hiçbir şey yoktu. Deli gibi dolanıyorlardı ortalıkta. Kapı daha süratle çalmaya başladı. Zeliha hızla misafir odasına gitti ve ağabeyinin gömleklerinden birini aldı. “Giy bunu çabuk, içeride deodorant da var sık onu.”
Yürümeyi bilmiyormuş gibi banyoya doğru itti. “Kimin ya bu?” dedi Emir hiddetle. Evet kapı hızla çalarken aklına gelen buydu.
“Abimin! Kimin olacak!” Zeliha kısık sesle de olsa bağırıyordu adeta. Kapıyı kapattı ve çalan kapıya doğru koştu. Dışarıda yağan yağmur penceresinin camına vuruyordu. Yalnız olsa ürkeceğini biliyordu. Saçlarını biraz dağıttı ve esneyerek açtı kapıyı. Kapının önünde kapıya abanmış iki kişiye baktı Zeliha. Eller kapıya kalkmıştı ama Zeliha yine de korkuyla bir adım attı. İlk yengesini duydu.
“Bayıldın sandım.”
Bu kadın nasıl oluyordu da her seferinde kafasında en korkunç ihtimali kuruyordu?
“Yemin ederim bir tane akıllı çıkmadı bizden,” dedi ağabeyi. Bunu eşine değil Zeliha’ya söylemişti. “Sen niye aniden kapatıyorsun telefonu?”
“Sesiniz kesildi,” dedi Zeliha. Sonra saçlarını geriye doğru aldı. “Sonra o an kapı çaldı. Üst üste şey yaptınız,” dedi kapıyı tamamen açtı onların geçmesi için. Dışarıdan öylesine kötü bir profil çiziyordu ki son zamanlarda insanları nasıl endişelendirdiğini farkında değildi. Bayılmış olabilirdi, hastalıktan bilincini kaybedebilirdi, düşebilirdi. Belki de hayatında olan kişiler ilk kez ondan uzakta yaşamaktan bu kadar rahatsız ve huzursuz oluyordu. “Kim geldi?” diye sordu en başta yengesi. Tam o an abisinin gözünün önce evin içinde sonra banyo kapısında dolandığını gördü. İçeriden gelen tıkırtıları ilk o duymuştu.
“Emir ya…” dedi destursuzca.
“Emir ya mı?” dedi Efsun. “Abilikten reddettin ciddi ciddi galiba.”
Zeliha’nın rengi artık sarıya kaçıyordu. Ellerini birbirine bastırdı. “Hâlâ kavgalıyız,” dedi Zeliha. Yanlış bir şey söylemekten korkuyordu.
“Benim abinle kavga ettikten sonra numarasını adı soyadıyla kaydetmeme benziyor,” dedi ve eşinin yan bakışlarına rağmen kıkır kıkır güldü. Zeliha’nın yüzüne dokundu ve öptü iki yanağından. “Ama sen yine de abi de, üzülür. Çok kırıcı bir davranış.”
“Kişi kendinden biliyor işi,” dedi ağabeyi. Lütfen biraz tartışsalardı ve bu konu sonsuza karışsaydı. Zeliha ilk kez kavga etmelerini istiyordu.
“Kırılıyor musun sen, seni Fetih Karadere diye kaydedince?” diye sordu şaşkınca sanki aksi durumda üzüntüden yataklara düşmeyecek gibi, “Ya Fetiiih,” ağabeyi tavırlı birkaç adım attı ve yanlarından geçmek istedi ama yere baktı bu kez. Zeliha’yı diken üstünde tutmuyordu, dikene yatırıyordu adeta.
“Ne bu her yer kırıntı Zeliha?”
Zeliha da bir yol boyunca uzanan kırıntılara baktı. Yaptığı ama hiç yemediği kurabiyelere aitti. O yememişti, Emir sadece bir tane giderken ağzına atmıştı. Bu yol o zaman oluşmuş olamazdı? Gece uyanıp bunları yiyip yatmış mıydı? “Ya ben kurabiye yapmıştım da,”
“Yerde mi yedin?”
“Dökülmüş işte abi, fark etmemişim.”
Biraz daha üstüne gelinirse kendini odaya kilitleyecekti. “Görmesek basacağız, üstelik ev bu ev. Pislikten yürüy…”
“Fetih!” uyarısı geldi çok geçmeden. “Abartma, bir süpürge tutarım şimdi geçer.” Eşinin gergin olduğunu biliyordu ama bunu tereddütsüz bir şekilde Zeliha’dan çıkarmasına izin vermezdi. Zeliha’ya böyle yapan adam Emir’e ne yapardı peki?
“Hayır sen niye tutuyorsun, ev sahibi süpürece…” kapı açıldığında bu sonsuz döngüye girecek olan süpürge muhabbeti son buldu. Emir üstünde ona birazcık bol gelen beyaz bir gömlek, ıslak saçlarıyla… Islak saçları? Zeliha hayrete düştü. Duş almış olamazdı. Kafasını lavabonun içine mi sokmuştu?
“Günaydın, hoş geldiniz.” Dedi Emir kısık sesle. Bir an açıklama yükünü hissetti, bir şeyler söylemesi gerekiyordu. “Ben Zeliha’nın ödevi için malzeme getireyim derken biraz yağmur altında kaldım da, ödev yarın sondu. Bu yağmurda çıkmasın diye,” kelimeler anlamsızca sıralandı.
Fetih oturduğu yerden Emir’in üstünü işaret etti “O gömlek benim mi?” dedi. İki genç yaşta insanı kalp krizine sürüklüyordu. Emir kulaklarına kadar alev aldı. Öleceğini hissetti. Ölecekti… “Ben verdim!” dedi Zeliha. “Yağmur altında ıslandı ya, seninkilerden birini verdim. O yüzden kapıyı geç açtım zaten. Sırılsıklam olmuştu.”
“Ay çok iyi yapmışsın, makineyi de ver saçlarını kurutsun çocuk hasta olacak Zeliha.”
Zeliha makineyi vermek için hemen banyoya girdi, girmişken yüzüne bir su çarptı. Emir öylece arkasında bekliyordu. Makineyi alırken birbirlerine hiç bakmadılar. Zeliha çıktı banyodan, üzerini değiştirdi hemen. Yeri süpürdü daha fazla basmadan. Kurabiyeleri bir kaba aldı, muhtemelen kurumuşlardı ama yine de atmadı. Bir de buradan laf yemek istemiyordu. Sonra gitti tekli koltuğa oturdu ve onu izleyen iki yetişkine baktı. Koltuğun ortasında dip dibe oturuyorlardı.
“Niye geldiniz siz?” diye sordu. Sakinleşemiyordu, o yüzden soruları öylece soruyordu yumuşatmıyordu.
“Kovuyor bizi,”
“Zeliha sen iyi misin?” dedi yengesi. “İstersen Emir gittikten sonra konuşalım ya da ama konuşalım. Bak biz gerçekten çok huzursuzuz. Sen hiç iyi değilsin.”
“İyiyim…”
“Yalan söyleme bize,” diye kestirip attı ağabeyi. “Bir şey var yalan söyleme. Bak ben artık sinirlenmeye başlıyorum. O arabayı da aldık. Aklın beş karış havada, aklımız çıkacak bizim. Sen eskiden o telefonu ikinciye bile çalmasına izin vermeden açardın. Şimdi? Bir varsın bir yoksun. Sana ulaşamıyoruz bile.”
“Abi dün uyuyakalmıştım…”
“Bana ezberden gazel okuma,”
“Fetih sakin konuş,”
“Sakin konuşunca geçiştiriyor görmüyor musun? Konuşmayacağım.”
Zeliha ellerini iki bacağının arasına sıkıştırdı. Köşeye sıkışmıştı. Doğru diyorlardı. Ona ne oluyordu? Banyo kapısına baktı istemsizce. Bunun nedenini anlamak için çok erkendi ama o kapıdan biri çıksın istiyordu.
“Gerçekten iyiyim…” Efsun yerinden kalktı ve Zeliha’nın oturduğu koltuğun kenarlığına yaslandı Zeliha’nın yüzünü avuçladı. “Ne oldu?” diye sordu. Aklına bir şey geliyordu, resmen bunu daha yakından görebilmek için oturmuştu yanına. Sadece dudaklarını oynattı ve biri mi var dedi. Fetih bunu görmedi.
“Vallahi bir şey yok… Sadece… Okul.”
“Zeliha…”
“Üç dersten kaldım,” dedi titrek bir sesle. Tümüyle yalandı ama neredeyse ağlayacaktı. “Gerçekten… Size söylemek istemiyordum… Özür dilerim… Başarısız bir öğrenci değilim. Toparlayacağım. Yemin ederim. Özür dilerim. Derslerden biri çok önemli. Okul bir sene uzar mı diye korkuyorum sadece. Bu tüm mesele. Halledeceğim, gerçekten çalışıyorum. Sadece bir şeyler yolunda gitmed…”
“Aklım çıktı aklım,” dedi Fetih yerinden kalkarken. “Aklımız çıktı. Bunun için miydi? Başlarım okula,” Zeliha’yı yanaklarından tuttu ve başını kaldırdı. Resmen üzerinden ölümcül bir yük kalktı. Kardeşi bunu sorun edebilecek biriydi sahiden, o yüzden tümüyle inandı. “Neler kurduk biz aklımızda. Kaç haftadır, İzmir’e gel git yapa yapa mahvettik kendimizi.” Birkaç buse kondurdu yüzüne kardeşinin. “Uzarsa uzasın okulun, kalırsan kal. Ne olmuş dünyanın sonu mu?”
“Ama abi…” diye rol kesmeye devam etti.
“Herkes mesleğe başlarken…”
“Ya ne mesleği kızım, çok mu güzel sanıyorsun iş dünyası? İstersen beş yıl sonra başla,” Emir banyo eşiğinde dinliyordu onları kısa zamandır. Zeliha’nın gözleri onu aramaya başladıktan biraz sonra çıkmıştı. “Senin canından kıymetli mi? Bir kere bir hastanelik olmana değer mi? Zeliha Zeliha…”
Sardı sarmaladı kardeşini. İhtimaller zincirinde birbirlerini boğan eşine baktı. Bu nasıl akıllarına gelmemişti. Annesiyle mi kavga etti diye yemiş bitirmişlerdi kendilerini. Efsun da yanağını başına yasladı “Biliyor musun ben bir kez pediatri sınavımdan eksi on almıştım.” dedi. “Sınav sıfırdan başlıyordu, her bildiğimiz soru için puan alarak arttırıyorduk notumuzu. Ben o sınavdan -10 aldım. Hocam beni kara cahilsin diye attı odasından ama bak şimdi iyi bir doktorum. Sen de istediğin kadar dersten kal dünyanın en iyi öğretmeni olacaksın.”
“Nasıl -10 aldın?” diye sordu Zeliha şaşkınca.
“Sorduğu sorulara doğru yanıt vermedim. Sonra kıyafetim ve makyajım tamdı diye sinirlendi. Kombin yapacağına ders çalışsaydın diye en puan daha kırdı.”
Genç kadın o günü hatırlayarak biraz utanarak anlattı ama banyo önündeki Emir’i de kıkır kıkır güldürdü bu dediğiyle. Biraz utandı herkes ona gülünce ama Zeliha’yı güldürdüğü için mutluydu.
***
“Ödevini de bugün beraber yaparız. Hangi harf öğretimini yapacağım demiştin?”
“Ö harfi?”
“Ne yapmayı planlıyorsun?”
“İnek möö diyor ya, inek maskesiyle gireyim dedim sınıfa.”
Emir ve Fetih aynı anda birbirine baktı ama gülmemek için hızla başka yöne baktılar. “Sakın gülmeyin,” dedi Zeliha. “Siz de böyle öğrendiniz.
“Benim öğretmenim hiç sınıfa inek maskesiyle girmedi,” dedi ağabeyi ciddi bir tonda. Bu kadar ciddi olmasa gülecekti. O zorlu eğitim hayatından sonra kardeşinin bu yaptıklarını çok yadırgıyordu ama bunu da biliyordu ki o asla bir inek maskesiyle içeri girmezdi.
“Benimki de girmedi,” dedi Emir tabağına bakarken.
“Siz kesin öğretmenlerinizden dayak da yemişsinizdir,” dedi Zeliha yanıp sönen bir sinirle. Hep alay ediyorlardı onunla. Hele de Emir… En çok o yardım ediyor ama en çok o gülüyordu. Kahvaltı sofrasında oturuyor olsalar da birbirlerinin yüzüne bakmıyorlardı.
“Benimki var ya beni dövmemişti bir gün, adam o kadar alışmıştı ki son ders bana izin vermişti yaramazlık yapmam için. Yapınca da dövmüştü.”
Zeliha’nın yüzünü astı. Üzüldü ama yine de bir şey söylemedi. Bu yanlıştı. Hiçbir öğretmen öğrencisine el kaldırmamalıydı. “Sen Fetih?” diye sordu yengesi.
“Ben Fetih Karadere’yim,” dedi. Evet elbette ağabeyi dayak yememişti. Bir öğretmeni durduran şey soy isim olmamalıydı.
“Başladı yine. Kova burcu ya, hiç olmadık yerde ben buyum diye yükseliyor. Gerçekten inanılmaz. Yedi yaşındaki çocuk da böyle mi diyordu?”
“Evet tam olarak böyle diyordu. Ya kızım,” dedi eşine bakarak çapkın bir gülüş attı. “Sen beni ne sanıyorsun?”
“Kova burcu, gıcık bir adamsın işte söylüyorum.”
“Yenge bunun kova burcu olmasıyla bir alakası yok ya…” dedi Zeliha sitemle. Bazen haykırmak istiyordu bunu yengesine. Emir ne burcuydu acaba? Yasemin geldi aklına. Bir çocuk vardı, çok beğeniyordu. Burç yorumu okurken ilk onu okurdu.
“Hayır var tabi ki, kova burcu olmasa bu kadar gıcık olmazdı. Gerçekten bak Zeliha. Ciddiyim, inanmıyorsun bana ama… Mesela sen de çok kıskançsın. Akrepsin çünkü benim gibi. Sevdiğin insanları kimseyle paylaşamıyorsun. Mesela bu diğer karakter özelliklerine oldukça ters.”
Emir’in doğum günü ne zamandı?
“Senin burcun ne Emir?” diye sordu yengesi.
“28 mayısta doğdum yenge.”
“Ah sen ikizler misin? Biz o yüzden çok iyi anlaşıyoruz gördün mü? İkizler erkeği dostlukta da duygusal ilişkide de en çok akrep burçlarıyla anlaşır zaten. Bak tuttu!” dedi yengesi ve Emir ile Zeliha ilk kez birbirlerine baktılar.
Akrep kadını ve ikizler erkeği. Zeliha asla ama asla, öleceğini bile bilse, katiyen arama motoruna bunu yazmayacaktı. Bu korkunç bir ihtimaldi. Yazmayı düşünmesi bile…
Hikayeyi çok merak ediyorum, neden yeni bölüm yayınlanmıyor? ☹️
Neden yeni bölüm yayımlanmıyor?
Yeni bölümmm😭😭😭1 ay olduuuu