UÇURTMAYI SEVMEK 2. BÖLÜM
- Dilan Durmaz
- 7 Eyl 2024
- 12 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Eyl 2024
Vakit gece yarısına varmışken zaman yeryüzündeki insanlar için farklı akıyordu. Şüphesiz en yavaş aktığı hali umutsuzluk içinde kıvranıp duranlar içindi. Esaslı bir gerçekle boy ölçüşebilecek bir umut yoktu.
Emir’in önünde bir bira şişesi, yanında küllük ve ucu harlanmış yarım bir sigara vardı. Yanı başında da dizlerine umutsuzluğu oturtmuş bir hakiki bir gerçek yerleşmişti. İki kişilik koltukta en çok o yer kaplıyordu. Emir koltuğun ücra bir köşesine geçmiş, başını koltuk başlığına yaslamış tavanı izliyordu. Kendi evindeki koltukta bile bu kadar az yeri varken elbette bir başkasının hayatında da yeri de nokta kadar olmalıydı.
Başını koltuktan kaldırdı ve sigarasını aldı. Heybetli bir nefes çekti, haddinden fazla içinde tuttu, öksürerek tükürdü dumanı. Sigarasını küllüğe geri bırakırken bira şişesini kavradı. Isınmış bir bira kadar kötü bir şey var mıydı? Olmaz olur muydu? Şişeyi sehpaya geri bıraktı yüzünü sıvazladı. Bu kanepede sızıp kalacağı anı bekliyordu. Telefonu çaldı, kafasını kaldırıp bakmadı. Bileği alnına yaslı bedeni çökük halde hareket etmiyordu.
Telefonun sesi rahatsız edene kadar hareket etmedi. Alıp meşgule atacak, hatta kapatacaktı. Arayan Fetih olmasa bunları yapacaktı. Ekrana baktı bir süre. Biraz mahcubiyet, yeri yolu olmayan kırgınlık, benliğine öfke… Telefona uzandı ve gözlerini kapalı açtı.
“Efendim abi?”
“Uyuyor muydun?”
“Yok abi telefon başka odada kalmış.”
Arkadan bir kadın sesi geldi. Efsun yengesiydi. “Uyusa da uyuyorum demez, ben sana bu saatte arama dedim.”
Emir başka bir an olsa uyumadığını yeniden belirtirdi ama konuşmak istemedi. Kendi aralarında halletmelerini bekledi.
“Sana bir şey soracağım.” dedi Fetih. “Bu Zeliha’nın araba meselesi hakkında ne düşünüyorsun sen? Çok mu istiyor Zeliha?” Emir duvarda asılı saate baktı. Bu konuşma için biraz geç bir saat değil miydi?
“Emir rica ediyorum ‘sen bilirsin abi’ gibi bir cümle kurma Zeliha’yı düşünerek cevap ver.” dedi yengesi ve Emir’in kafasındaki soru işaretini söndürdü. Muhtemelen evlerinde hararetli bir şekilde konuşulan konu buydu.
Emir’in omuzları düştü içinde çirkin bir çıkar içgüdüsü belirdi. Zeliha’ya gidişinin çoğu kez bahanesi onu bir yerlere bırakmak oluyordu. Bir arabanın varlığı elinden bu sebebi alırdı. Duraksadı, gözünün önünde yine o meymenetsiz belirdi. Sahiden artık bir bahaneye ihtiyaç duyar mıydı? Zeliha’nın hayatına biri girince Emir çıkacak mıydı? Hayır hayır… Bu kadar kalabilir miydi artık? Kalamazdı.
“Çok istiyor.” dedi kısık bir sesle. Gerisi karşı tarafın çıkışmalarını dinlemekle geçti.
“Ya tamam çok istiyor da büyük şehirde bu kadar toyken kullanması benim içime sinmiyor.”
“Fetih hiçbirimiz doğuştan öğrenmedik zaten. Süre süre öğrenecek.”
“Sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun bu kadar?”
“Allah… Zeliha’ya güveniyorum. Gayet kurallara uyacak bir kız.”
“Trafik magandalarından haberdar değilsin galiba. Kaza yapsa ne olacak?”
“Gayet de haberdarım. Benim için de var onlar. Baş etmeyi öğreniyorsun. Ayrıca kaç yaşına kadar böyle düşünebilirsin?”
“Gittiği yere kadar.”
“Ay bayılacağım galiba Emir bir şey söyle!”
Emir yengesinin ses tonundan araya girmesi gerektiğini anladı. “Yengem haklı.” dedi. “Bunun bir sonu yok. Ayrıca abi sana da kızgın, ona hâlâ çocuk gözüyle baktığını düşünüyor. İçten içe çok üzülüyor.”
“Bak!” dedi Efsun Fetih tepki veremeden. “Ona kendini yetersiz hissettiriyor bu davranışın. Ona güvenmediğini düşündürüyor hatta. Sen onu koruyayım derken özgüvenini kırıyorsun.” dedi. Emir her bir cümleye ayrı ayrı imza atabilirdi ama şu an hali yoktu. Telefonu kapatmak istiyordu. “Alalım şu arabayı söz ben ödeyeceğim.”
“Efsun sorun para mı?”
“Bilmem cimrisin ya bira…”
“Efsun!”
Emir usulca girdi araya ve kapatmanın yolunu yaptı. “Ben alınmasında sakınca görmüyorum ama tabi son karar da sizde.” dedi.
“Oğlum o arkadan çalan şarkı ne lan?” deyiverdi aniden Fetih. Bu ana kadar Emir’de telaş yoktu ama neredeyse ayaklandı ve ne yapacağını bilemedi.
“Öyle açık kalmış abi farkında bile değilim.”
Korkunç bir “Sen iyi misin? Hayırdır?” sorusu geldi. Haklı bir sorgulayıştı çünkü Gülden Karaböcek hiç susmuyordu.
Gönlüne başkası girmemeliydi
Tanrıdan dileğin ben olmalıydım
“İyiyim iyiyim abi ama şarjım az yüzüne kapanmasın.”
“Şimdilik öyle olsun ama konuşacağız sonra. Hadi Allah’a emanet.”
Emir’in kısa sürede dili damağı kurudu. Korkudan değil işin aslı, ihanet hissinden. Hisler suç sayılır mıydı? Suç denen kavram elle yapılan değil miydi? Kalbi günahkâr ilan etmek büyük haksızlıktı. Isınmış birayı dibindeki son yuduma kadar başına dikti. Elinin tersiyle sildi dudaklarını. Gözlerini kırpıştırdı, dışarıdaki camdan sahili izledi. Sonra ikinci birayı açtı, üçü açtı, dördü açtı ve o da ısındı. Emir ayaklandı, yere ne zaman düştüğünü bilmediği yastığa takıldı. İki adım savruldu ama düşmedi. Ayakları onu camın yanındaki kitaplığına götürdü. Tesadüf ya Zeliha’nın ona verdiği kitaplar aynı rafa denk gelmişti. Tesadüfler, âh şu tesadüfler!
Eli kitaplar üzerinde dolaştı ince bir kitabı aldı. Yağmur Kaçağı. Düzgün okuyabilmek için üç kere baştan okudu. Okuya okuya geri yürüdü koltuğa. Bıraktı kendini koltuğa, hakiki gerçeği ve umutsuzluğu ayağıyla itti yere düşürdü. Artık tüm koltuk onundu. Uzandı boylu boyunca.
Sayfaları çevirdi durdu. Sonra tesadüfün böylesi sayfa yirmi ikiye geldi. Sayfa yirmi iki. Şiiri gördü. Öfkelendi kapattı kitabı. Seksen sekiz sayfa kitap. Yine açtı rastgele bir sayfa. Yirmi iki. Yine kapattı yine açtı. Yine kapattı yine açtı. Sayfa yirmi iki. Okusana oğlum, dedi yüksek sesle. Okusana korkak!
Sayfa yirmi iki.
“Beni de sevmiyor Atila.” diye mırıldandı ama öfkesi çıra gibi tutuşuyordu. “Babanın oğlu mu lan senin? Az saygın olsun pezevenk.”
Doğruldu, düzgünce oturdu koltuğa. Sayfa sayısına baktı. Sayfa yirmi iki. Şiiri okumadı şiirle konuştu.
“O da beni sevmiyor. Bir sevdiği var artık onun da. Sen yine duymuşsun iyi. Sen değil, siz. Affola. Ben gördüm. Keşke ben de duysaydım. Çöpten hallice bu da ince değil ama serseri. Bir kilometre öteden belli. Benim karşıma sakın ola ki gelmesin. Sen öldürmek iste… Sen değil, siz. Affola. Siz öldürmek istemişsiniz, ben onu yapamam. İnanın hakkım yok ama o yine de karşıma çıkmasın. Ben hakkım olmayan şeyleri hissetmeyi severim. Karşıma çıkmasın, fırtına çıkmasın gemiler de hareket etmesin. Devamından bahsedemiyorum bile, sen yazmışsın ama ben yaşayamam bile. Affola sen değil, siz…”
***
Çiçek girmiş evlerin sabahları da gelen çiçeklerden etkilenirdi. Yastığına sıkıca sarılmış, derin ve huzurlu bir uykunun kucağındayken Zeliha ısrarla çalan telefon ve kapının sesine bile oldukça geç uyandı. Önce yarı açık gözleriyle telefonunu aldı ve Yasemin yazısına baktı. Çalan kapıyı duyuyor ama dinlemiyordu.
“Efendim Yasemin.”
“Ya sen neredesin?”
Zeliha gözlerini kırpıştıra kırpıştıra odasının duvarlarına baktı. “Evdeyim.”
“AÇSANA ZELİHA KAPIYI!”
Yasemin’in yüksek sesiyle kapının sesi dank etti Zeliha’ya. “Ay!” diye bağırdı yataktan koşar adım kalkarken. “Geldim geldim.”
Üç kez alttan üç kez üstten kilitlediği kapıyı büyük bir gürültü çıkararak açtı ve elindeki torbayla kapının pervazına yaslanmış arkadaşına baktı.
“Çok şükür ya. Karşı komşu bile duydu. Bu nasıl bir uyku Zeliha?”
Zeliha elindeki torbaya uzandı. “Öyle bir uyumuşum ki…” dedi. Yasemin ayakkabılarını çıkardı ve içeriye doğru geçti. Zeliha kıvırcık gür saçlarını karıştıra karıştıra arkasından geldi. “Niye zahmet ettin ki?”
“Ne aldım sanki sen de. Hadi git eline yüzüne su çarp da gel.” Zeliha ağzını örttü ve kocaman esnedi.
“Sen de o sıra bize kahve yap.”
“Emredersiniz Zeliha Hanım. Sözde kahvaltıya geliyordum. Onu da ben hazırlarım kesin.”
“E zaten.” Zeliha, Hanım deyişinden dün ona gelen çiçeklere kadar gitti. Odasına geri döndü. Elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçalayıp saçlarını elinden geldiğince zapt etti. Üstünü değiştirmeden odaya geri dönerken “Yaptın mı kahveyi?” diye sordu ama ortada kahve yoktu. Çiçek vardı, bir de not. Yasemin çiçeğin yamacında elinde notla öylece dikiliyordu. Başını Zeliha’nın sesiyle nottan kaldırdı ve gelen arkadaşına baktı.
“Bu ne?” diye sordu şaşkınca. Zeliha’nın yüzünde bir yakalanma ibaresi bekledi genç kız. Telaş, korku… Yasemin Zeliha’nın rahat tavrı karşısında şaşkına uğradı.
“Çiçek.” Dedi Zeliha son sesli harfi uzatarak. Bir bardak su doldurdu kendine ve çiçeklerine baktı gülümseyerek.
“Zeliha Emir kim?” dedi Yasemin. Onun tanıdığı tek bir Emir vardı ve o Emir bu notun sahibi olamazdı.
“Nasıl, Emir kim? Tanıyorsun ya. Şey oldu. Benim kıyafetlerimle alakalı kırıcı bir yorum yaptı, onun için özür niyetine kendini açıklamak istem…”
“Zeliha bu ilan-ı aşk notu, farkında mısın sen?”
Yasemin’in kendinden emin cümlesi Zeliha’da bir deprem etkisi yarattı. Az önce göremediği tüm duyguları şimdi dorukta gördü. Zeliha’nın elindeki bardak kaydı ve zeminde parçalara bölündü. Tutamadı Zeliha. Kendi ismiyle aşk kelimesini aynı cümlede duymak onun için korkunç bir ihtimaldi. Korkunç ve çok uzak. Babası annesine aşıktı. Ağabeyi Efsun ablasına aşıktı. Okuduğu kitapta kadın adama aşıktı ama bu kadar. Ötesi yok. Zeliha varsa bir cümlede aşk yok. Olamaz, tüyleri diken diken oldu midesi bulandı çok kısa sürede. Tek kelimenin bile tesiri buyken işin içine Emir de girdi, Zeliha’nın bedeni boşlukta sallanmaya başladı. Birkaç saniye, neredeyse bir dakika, konuşamadı bile.
“Ya… Yasemin saçmalama.” Yerde parçalara ayrılmış bardağa ikisi de bakmıyordu. “Saçmalama biz onunla abi kardeş gib…”
“Annen mi doğurdu, ne kardeşi?” Yasemin hayretler içinde elindeki notu kaldırdı. “Sen bu nottan gerçekten hiçbir şey anlamadın mı yoksa salağa mı yatıyorsun?”
Zeliha kabul çok iyi niyetliydi, gözü açık, kurnaz bir kız değildi. Her şeyin hep en masumunu düşünürdü ama bu Yasemine göre fazlaydı.
“Saçmalama Yasemin!” dedi Zeliha tekrardan, durduğu yerden kıpırdayamıyor, gidip o notu elinden alamıyordu arkadaşının. Yanakları yanıyor elleri donuyordu. Kalbi çıldırmış gibi atıyorken tüm bedeni tetiklenmiş gibi telaş içindeydi. “Saçmalama. Annemin mi doğurması gerekiyor? A… aramızdaki ilişkiyi bilmiyor musun?”
“Zeliha aptal mısın sen? Bak bu notun bana geldiğini düşünelim tamam mı?” notu aniden sesli okuduğunda Zeliha olduğu yerde küçüldü bir masanın altına girecek kadar korktu bu yüksek ses karşısında.
“Demode değil. Vintage. Araştırdım öğrendim. Cahilliğime say. Benim senin kadar kitap okumuşluğum yoktur. Affola. Bu bir savunma değil yanlış anlaşılmasın. Eskiden kastım doğru kelimeyi bilmememdendi. Demodeye evet deyişim de telaşımdan. Cahil cesareti kadar cahil korkaklığı da varmış. Özür dilerim. Çiçekler de çiçekçi beni kandırmadıysa vintage. Sakın vazgeçme, çok yakıştı bu tarz sana!”
Zeliha’nın dudakları da titremeye başladı. Defalarca kez susturmaya çalıştı arkadaşını ama sesini bastıramadı. “Senin Fetih abiyle aranda böyle bir ilişki mi var? Hangi abi böyle bir şey yazar?”
Zeliha “Sus artık!” dedi ve cam parçalarının üstünden geçti. Bunları duymak bile utandırıyordu onu. Bu bir yanlış anlaşılmaydı ve Zeliha bunları duymak istemiyordu. Neredeyse ağlayacaktı. “Sus saçmalama. Sen o benim ne zamandır hayatımda biliyor musun?”
“Bu neyi değiştiriyor. Evet senden yana bir şey yok ama bu not normal değil. Bu adam seni basbaya sevi…” Zeliha dehşetle arkadaşının ağzına örttü elini.
“Yalvarırım sus!” dedi ağlak bir sesle. “Sen Emir abiyi tanımıyorsun. Onun nasıl bir adam olduğunu bilmiyorsun.”
Yasemin ağzını kurtardı. “Tanımakla ne ilgisi var? Çık dışarı bu notu kime göstersen sana aynı şeyi söyler. İnanmıyorum. Sana olan bakışlarından anlamalıydım.”
“Şu an bu söylediklerin bana kötü hissettiriyor ve iftira atıyorsun biliyor musun?” dedi Zeliha ve notunu çekiştirdi aldı. Sonra çiçeğini kucakladı ve odasına doğru gitti.
“İftira diyor aklımı kaçıracağım.” dedi Yasemin peşinden giderken. “Böyle bir nottan bile şüphelenmediysen şimdiye kadar nelerden şüphelenmemişsindir tahmin bile edemiyorum. Aranızda kaç yaş var sizin?”
Zeliha çiçeğe odasında yer verdi ve notu çekmecesine koydu. Elleri titriyordu. “Saçma sapan sorular sorma.”
“Zeliha…”
“Yasemin n’olur sus ve kapat bu konuyu. Ne sen söyledin sen ben duydum. Sakın onun yanında da böyle şeyler söyleme. Kendi kendine kurdun. O diğer erkekler gibi değil, her şeyini aynı şeye yoramazsın.”
“Ya sen nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Sevgilisi mi var? Ki sevgilisi varsa Allah kıza yardım etsin. Başka birine çiçekler, notlar. Kafayı yemelik.”
Zeliha evet var demek istedi ama yoktu biliyordu. Olsaydı da şimdi arkadaşının dar kafalılığını suratına vursaydı. Hem sevgilisi olsa da ona böyle çiçek gönderebilirdi. Onların arasındaki ilişki farklıydı. Evet Fetih’le kendisi gibi bir abi kardeşlik yoktu ama başka bir şey vardı. Farklı bir abi kardeşlik. Vardı ve Yasemin bunu anlamıyordu.
“Hayır yok ama abi diyorum ben ona sen farkında mısın?”
“Senin birine abi demen, o kişinin hislerini niye değiştirsin Zeliha. Sen istersen her karşı cinse abi diyebilirsin.”
Zeliha çiçeğini ve notunu güvenceye aldı, odadan çıktı. Kafasını sallıyordu delicesine. Emir’in yüzüne nasıl bakacaktı şimdi? O bir suç işlememişti ki? Evet ama yine de nasıl bakacaktı? Duymuştu artık bu sözleri, sorumluydu duyduklarından.
“Ayrıca sen Emir’i kaç yaşındayken tanıdın?” dedi peşinden bir ses. Zeliha hızlı ve dikkatsizce yerdeki camları topluyordu. Herhangi bir şey düşünmek için kendine fırsat vermiyordu. Emir’e ona göre iftira atılıyordu, o bunlarla nasıl Emir’le konuşacaktı?
“Zeliha soruma cevap verecek misin?”
“On dört yaşındaydım!” diye bağırdı Zeliha. “Daha çocuktum.”
“O kaç yaşındaydı?”
“Kes artık Yasemin.”
“O kaç yaşındaydı?”
Zeliha elinin kesildiğini farkında bile değildi. “On sekiz yaşındaydı.”
Yasemin bir süre konuşmadı. Zeliha’nın kanı etrafa bulaşıyordu. “On dört yaşında bir çocuk on sekiz yaşındaki birine abi demeli ama yirmi yaşındaki bir genç yirmi dört yaşındaki birine abi demez. Abi diyorsun çünkü çocukken tanıştınız.”
Zeliha kanlanmış elini arkadaşına sağladı. “Çok çirkin bir yakıştırma yapıyorsun şu an ona, kalbini kıracağım.”
“Ben bir yakıştırma falan yapmıyorum! On sekiz yaşında o da seni çocuk olarak görüyordu belki ama ikiniz de artık yetişkinsiniz ve sen bir körsün. Ölümüne ink…” Yasemin’in gözü kana takıldı ve ağzından hi diye mırıltı döküldü. “Zeliha elini kesmişsin!” dedi ve arkadaşına doğru konuştu. Yara küçüktü ama çok kanıyordu ve Zeliha elini görünce ağlamaya başladı.
***
Zeliha fırındaki yulaflı kurabiyelerine bakarken ev artık çok sessizdi. Yasemin artık suskundu, Zeliha üstüne gidilebilecek biri değildi. “Çok güzel koktu.” dedi.
“Tadı da çok güzel oluyor yeni keşfettim. İkinci yapışım bu.”
Parmağındaki kesik sızlıyor ama artık kanamıyordu. Kahvaltılarını etmiş, biraz sakinleşmişlerdi. “Sana ne söyleyeceğim.” dedi Zeliha hatırladığı şeyle. “Biz dün dersten çıktıktan sonra bir çocuk yolumu kesti bizim okuldan.”
“Kim?”
“Tanımıyorsundur. Mimarlık fakültesinden biri. Son sınıf, hatta uzatmış bir sene okulu. İşte adı Melih’miş. Elini uzattı tanıştık falan kahve içmek istedi.”
“Ne?” dedi Yasemin. Artık gerçekten sinirleniyordu bu kız olayları neden arayıp anlatmıyordu? “İçtiniz mi kahve?”
“Yok istemedim de zaten niy…”
“Yakışıklı mıydı?”
“Bilmem hiç o gözle bakmadım zaten başka bir şeymiş amacı.”
“Neymiş amacı?” Yasemin bazen öylesine taban tabana zıt düşünüyordu ki aklına gelen saçmalığı söylese Zeliha burada fenalık geçirirdi.
“Abim mimar ya, baya takip ediyormuş. Hayranlık desem yeridir. İşte abimden beni bulmuş, benden okulu bulmuş sonra bölüm derken dün geldi işte. Başta ben de senin gibi anladım ama yok yok yanlış anladın dedi. Staj için aracı olmamı istiyor. O yüzden bir oturup konuşalım dedi, hatta numarasını yazdı verdi.”
Yasemin aklına gelen saçma sapan ihtimallerden kurtuldu. Abartıyordu, kendine çeki düzen vermeliydi artık. “Ne yapmayı düşünüyorsun peki?”
“Yani bilmiyorum çok umut vermek istemiyorum çünkü abim öyle kardeşi bile olsa başkasının sözüyle birine iş fırsatı vermez. Ona eminim bir sürü staj isteği geliyordur, hangisi en çok hak ediyorsa ona hak veriyordur. Tanıyorum abimi.”
Yasemin’in ağzından düşünceli mırıltılar döküldü. Evet az çok tanıdığı Fetih Karadere gerçekten böyle bir imaj çiziyordu. “Bir de okulu uzatmış.”
“İşte. Hani abimin gözünde bir eksi daha. Arasam söylesem kızar bile belki bana. Hiç hoşlanmıyor böyle şeylerden. Biz aracı diyoruz ama o torpil der. Üstelik çocuk bana kadar bulmuş, ne münasebet diye sinirlenir. Ne yapacağımı bilmiyorum. Aramasam etmesem yine karşıma çıkacak okulda. Ayıp olur.”
“Emir’e sorsana bir.”
Yasemin’in ağzından hiçbir ima barındırmadan dökülen bu isim Zeliha’yı irkti. Bir süre bakıştılar bomboş. “Yani hani abinden önce ön eleme gibi diye şey ettim. Zeliha bakma öyle ya, bir daha gelmeyeceğim bak evine!”
“İyi fikir.” dedi Zeliha fırına yönelirken. Sadece köşeleri kızarmış olan kurabiyelerini fırından aldı ve ortasına dokundu. Yumuşacıktı, bu olduğunu anlamına geliyordu. “O zaman ben ona sorayım öyle arayayım çocuğu.”
“Aynen o zaman sen ona sor.”
Zeliha kurabiyelerini izliyorken Yasemin yanında belirdi. “Tadına bakacak mıyız hemen?”
“Önce biraz soğumasını beklememiz lazım.”
İki küçük çocuk gibi kurabiyelerin başında soğumalarını bekliyorlardı. Zeliha’nın telefonuna gelen kargo mesajına kadar Yasemin uslu durabildi. Ne zamanki Zeliha telefonuyla ilgilenmeye başladı işte o zaman bir kurabiyenin ucundan kopardı.
Emir’in bulunduğu ofise giden bir kargo bildirimiydi. Zeliha çoğu zaman derste olduğundan kargolarını kaçırıyor ve şubeye gitmek zorunda kalıyordu. Yengesinden bir çözüm gelmişti. Kendi uyguladığı yöntemi Zeliha’ya da söylemişti. Zeliha hızlıca kısa bir mesaj attı.
Kargom gelmiş, ofiste misin?
“Çok iyi olmuş kızım bu. Nasıl bir şey biliyor musun? Hani Amerikan cookieleri olur ya onlar gibi. Alsancak’ta bir kafede tanesi 25 liraya gider.”
Zeliha telefonuna gelen mesajı okudu.
Ofisteyim. Aciliyeti var mı kargonun?
Normal koşullarda bu mesaj daha farklı olurdu. Zeliha kalakaldı.
Ben gelip alırım bir iki saate, kitabım var içinde.
Genelde bu cümle ilk ondan çıkardı sonrasında ret yerdi ama bu kez öyle olmadı. Emir ilk söylemesi gerekeni sonra söyledi.
Gerek yok gelme boşuna ben geçerken bırakırım.
Zeliha öylece kurabiyeleri yiyen arkadaşına bakakaldı.
***
Yalnız kaldığı evde Yasemin’in cümleleri yaşıyordu. Zeliha stresle yerinde kalkıyor, odasına gidiyor, rastgele bir yeri temizliyor, çiçeğinin yerini değiştiriyor ve geri oturuyordu. Bundan bahsediyordu işte tam olarak. Duyduğu her şeyden sorumluydu artık Zeliha. Ellerini kulaklarına kapattı “Düşünme düşünme düşünme.” diye tekrar etti durmaksızın. Dizlerini kendine çekmiş kulaklarına bastırmıştı ellerini. Gözleri kapalıydı. Zil çalana kadar bu pozisyonda devam etti.
Çalan zille açtı bedenini, kalktı koltuktan. Kapıyı açarken beklediği beden karşısındaydı. Gülümsemeye çalıştı ve Yasemin zihninde yeniden bağırmaya başladı. İçinden ağlamak geliyordu. Nedenini bilmiyordu.
“Emir abi.” Dedi her şeye rağmen. İlk kez abi deyişi bu kadar vurgulu geldi kulağına. Kapı kolunu sıkıyordu. “Hoş geldin. Teşekkür ederi yordum seni de yordum.”
Dün gece sızdığı koltukta uyanmıştı Emir. Bugününü anlat deseler dünden bahsedecek kadar orada, o kanepenin üstündeydi hâlâ. Zeliha’ya baktı. Çok kısa. Kendini tembihlediği gibi. Uzun uzun bakmalarına ket vurdu. Bu ilk adımıydı. Adım adım dedi içinden. Adım adım.
“Ne yorması işim vardı zaten.” dedi elindeki kargoyu uzatırken.
“Gelsene içeri, yulaflı kurabiye yaptım.” dedi Zeliha. Bugün duyduklarını duymamış gibi davranıyordu. Duymasaydı da bu teklifi muhakkak yapardı ama peki ya Emir? Neden onunla göz bağı kurmuyordu? Sanki duymuş gibi. Sanki kendisini nasıl büyük bir şeyle suçladıklarını duymuş gibi… Zeliha ben suçlamadım diye bağırmak istedi.
“Yok ben gideyim, işim var benim. Afiyet olsun sana.”
İkinci sınırlaması da buydu. Evine öylece girip çıkmak yok Emir efendi demişti kendi kendine. Artık yok.
“Hayır ya gel, ye, git. O kadar geldin. Hadi lütfen.”
Neden gelmiyordu? Hep gelirdi. Hissetmiş miydi? Zeliha’nın kesilmiş parmağı daha çok sızladı. “Hadi gel, lütfen. Bir iki saat önce yaptım, çok güzel oldular.”
Yapma, diren, bakma yüzüne. Tatlı diline kanma, yapma Emir. Yapma. Tut ağzını, girmesin ayaklarını. Yenilme bakışlarına. Sakın yenilme.
“Çay var mı?”
Aptal pezevenk!
“Var.” dedi Zeliha heyecanla. Girmezse, gelmezse, ne yapardı bilmiyordu. Rahatladığını hissetti. Emir önden girdi, gözleri ilk çiçeği aradı. Yoktu. Atmış mıydı? Sesi soluğu çıkmadı.
“Çiçek için teşekkür ederim.” diyene kadar Zeliha kafasında bin türlü senaryo kurdu.
“O… öyle…” geveledi Emir.
“Araştırıp bulmuşsun. Evet vintage.”
Bir bardak çay koydu, dört tane kurabiye aldı tabağa ve Emir’in önüne bıraktı. Emir bacağını sallıyorken Zeliha ona bakana kadar Zeliha’yı izliyordu.
“Yapmazdın hiç bundan.”
Niye girmişti içeri? Hani yasak koymuştu kendini? Bu kadar mı iradesizdi?
“İkinci yapışım zaten. Yeni bir tarif benim için de. Öyle heveslendim.”
Bir şeyden şüphe duyan bir beyin öylesine tehlikeli çalışırdı ki sahibinin canına bile kastedebilirdi. Emir’in aklına kurşun kek geldi. Efsun yengesinin eşi için yaptığı o özel tarif. Emir yutkundu. Bu tarif de öyle bir şey miydi?
“Arkadaşlarına denettin mi?” dedi korkuyla.
“Evet bayıldılar!”
Emir başını eğdi, gözlerini yumdu. Nefes alamıyordu. Gülümsedi. “Yeni bir isim de verecek misin?”
“Nasıl yani?”
Yulaflı kurabiye. Kurşun kek misali. Denemişti arkadaşları… Emir kendini öylesine sıkıyordu ki yüzünün aldığı rengi farkında değildi. Bu tarif onun için deneniyordu. Ona yapılıyordu. Biz diğer insanlar da bir test aracıydık. Emir bu hikâyeyi biliyordu.
Yerinden kalktı. “Benim işim var Zeliha.”
Nefes alamıyordu.
“Ya tadına baksaydın bari.”
“Zamanım yok. Gitmem lazım.”
Kapıya attı kendini ayakkabılarını giyene kadar Zeliha bir kaba dört tane kurabiye koydu ve peşinden koştu. “Bu yaptığın ayıp bu arada! Al bari yanına sonra yersin.” Emir elindeki kurabiyeye baktı. Küfür gibiydi. Küfürden beterdi. Söylediği cümle de Zeliha için küfürden beter oldu.
“Ben yulaflı kurabiye sevmem, arkadaşlarına verirsin, başkaları üstünde denersin. Hadi kal sağlıcakla.”
Комментарии