UÇURTMAYI SEVMEK 3. BÖLÜM
- Dilan Durmaz
- 7 Eyl 2024
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Eyl 2024
Gökyüzü çoktan kararmış, tüm kurabiyeler bayatlamış, hava biraz soğumuştu ve balkonlar kışın güzelliğini kaybederdi.
Zeliha üzerinde uzun kollu ama ince pijama takımını giymiş balkonuna yerleştirdiği geniş yerde, büyüklüğün izin verdiği kadar uzanıyordu. Üşüdüğünü farkında değildi ama olsaydı da kalkıp geçmezdi odasına. Balkonda ve soğukta oturmak istiyordu. Elinde daha önce okuduğu kitapta altı çizili cümlelere bakıyordu. Bazen yeni bir kitaba başlamak istemediği anlarda ama bir şeyler okuma ihtiyacı hissederken eski kitaplarının birini alır, altını çizdiği cümleleri okurdu.
“Çocuklar anne babaların severek başlarlar. Bir süre sonra onları yargılarlar. Nadiren affeder, hatta hiç affetmezler.”
Bu cümleyi okuduktan sonra gözlerini kapattı ve kitap kucağına düştü. Bu cümlenin altını çizerken hissettiklerini düşünmek ve ağlamak istedi. Kendini zorladı ama başaramadı. Gözlerini açtı, önündeki küçük masanın üzerinde duran kabı gördü. Sonra içinden saydı.
Bir, iki, üç, dört. Dört yulaflı kurabiye.
Onu altını çizdiği cümleler ağlatmadı ama dört tane kurabiye başardı. Önce gözleri sulandı ve hızla aktı. Bu nedenini anlayamayacağı kadar yabancı ve karmaşık bir histi. Dört tane kurabiyeye bakarak ağlamak akla mantığa sığacak şey değildi. Sadece canı yanıyordu. Bu bir bardak suyla geçeceğini hissedeceği kadar basit bir histi. Öyle sandı. Kurabiyelerin yanındaki suya uzandı ve bir bardak su içti.
Geçmedi.
Bazı yangıların sebeplerinin basit olması çözümlerini de basit kılmaya yetmiyordu. Ağlamasını durduramadı başını kaldırdığı yere bıraktı ve cenin pozisyonu aldı. Ağlamaya başladı. Kendini küçültebildiği kadar küçülttü. Bu pozisyon anne karnındaki duruşuna çok benziyordu ama Zeliha anne karnında mutlu olmadığına neredeyse emindi. Ağlayışı şiddetlendi, içinden fark etmeden dörde kadar saya saya uyuya kaldı. Hava daha da soğudu.
***
Başında müthiş bir ağrı çalan telefonun yüksek sesiyle daha da tetikleniyor, Zeliha’yı karmaşık rüyalardan koparıyordu. Vücudu hâlâ cenin pozisyonunda, kaskatı kesilmişti. Çok üşüyordu ve telefonu hiç susmuyordu. Bacaklarından zorlukla çıkardığı elini telefonuna uzattı ve ekrana baktı. Efsun arıyordu. Üstteki cevapsız çağrılara baktı. Bu telefonun açılması gerektiği kadar cevapsız çağrı vardı.
Zeliha telefonla beraber konuşmak için ağzını da açtı ama gırtlağına kadar tüm ağzının kuruduğunu, konuşurken acı çekeceğini ve ardı ardına öksüreceğini tahmin edemedi. Otuz saniye kadar öksürdü, ardından kısık sesle “Efendim.” Diyebildi. Saatlerdir soğuk bir yerde uyuyordu. Bedelini uyandığı an ödemeye başladı.
“Zeliha.” dedi yengesi dehşetle. “Bu ses ne? İyi misin sen?”
Zeliha gözlerini zorlukla açtı ve ilk söylediği şey “Çok soğuk.” oldu. Ayağa kalktı, yere düşmüş kitabı çarptı bacağına. Zorlukla onu kaldırdı. Gözleri yarı kapalı eve geri döndü, kendini yatağa bıraktı ve ilk işi yorgana sarılmak oldu. Efsun’u duyuyor ama dinleyemiyordu. Bir kez daha üşüdüğünü belirtti ve telefonu bıraktı. Evin sıcaklığı, yorganın altı ona çok iyi geldi. Tüm ağrılarına rağmen yeniden uykuya daldı.
***
“Girdim yenge içerideyim.”
Emir telefonun ucundaki sesi sakinleştirmek istiyor ama önce işe kendisiyle başlaması gerekiyordu. Açık balkon kapısına ve uçuşan perdeye baktı. Hava soğuktu. Balkonda uyumuş olma Zeliha, diye geçirdi içinden ve hızla ilk balkona baktı. Kendisine uzatılan ve almadığı yulaf kapına baktı. Yanı başında boş bir bardak ve kitap vardı. Kitabın sayfaları esen rüzgarla çevrilmişti.
“Balkonun kapısı açık kalmış.” Dedi ve kapattı. Adımları hızla odasına doğru gitti Zeliha’nın. Yengesinin ne dediğini duymuyordu telaştan. Yorganın altında fark ettiği bedenle tuttuğu nefesi verdi ve korkuyla çarpan kalbine sakinleşmesi için üç saniye izin verdi.
“Burada yenge.” dedi. “Uyuyor, yatağında.”
Bu telefon ona öylesine korkutucu gelmişti ki arabada her seferinde otuz dakikada geldiği yolu yarısı kadar bir vakitte gelmişti.
“Uyanmadı mı?”
“Hayır uyuyor.”
Mışıl mışıl, diye geçirdi içinden.
“Emir Zeliha’nın uykusu bu kadar ağır değil. Uyanması gerekiyordu şimdiye kadar.”
Bu Emir’in de bildiği bir ayrıntıydı. Zeliha’nın uykusu kuş tüyü kadar hafifti ama o an, öylesine kötüsüne hazırlamıştı ki kendini onu yatakta uyurken görmek bir rehavete düşürmüştü. Durduğu yerden hızla harekete geçti ve Zeliha’nın yanına gitti. Yorganı nefes alamayacağı kadar üste çekmişti.
“Zeliha.” diye seslendi dokunmadan önce.
“Ne oldu?” dendi telefonun altından.
“Yorganı kafasına kadar çekmiş.”
“Kaldırsana Emir!”
Emir’in cesaret edemediği hamle Efsun’un uyarısıyla yaşandı ve yorgana dokundu. Yorgana dokunur dokunmaz haddinden fazla bir ısı hissetti. Zeliha’nın kızarmış yanakları ve çatlamış dudakları meydana çıktığında yüzündeki memnuniyetsizliği görmedi Emir.
“Zeliha.” dedi korkuyla. Soğuk elleri yorgandan genç kızın alnına giderken Emir bir an hakimiyetini kaybetti.
Bu çok fazlaydı. Bu sıcaklık çok fazlaydı.
“Ne oldu Emir?”
Emir bir doktorla konuştuğunu bile unutmuştu. Üzerindeki yorganı kaldırmak istediğinde Zeliha’nın inlemesiyle hareketini tamamlamadı. Ne yanlıştı, onun isteklerine göre hareket etmek. Şimdi bile.
“Cevap verecek misin bana?!”
“Ateşi var. Çok ateşi var. Titriyor. Zeliha.” Dedi yeniden. Zeliha birilerinin geldiğini farkındaydı ama gözlerini açacak bir halde değildi. Buz yığının üzerine yatmış gibi üşüyordu. “Zeliha benim, aç gözlerini.”
“Emir üstünde ne varsa kaldır.” Emri aldı. Yorganı yeniden kaldırmak istedi ama yine istenmedi. Yaptı bu kez, dinlemedi onu. Zeliha yatağın orta yerinde küçücük kalmıştı. Boyu kısa değildi ama henüz açmamış bir tomurcuk kadar minikti bedeni.
“Benimle konuşabilecek bir durumda mı?”
“Hayır.”
Kıvırcık saçları zapt edilmeyecek kadar kabarmıştı. Terden şakaklarına yapışmış saçları çekti, yüzüne üfledi. Buna ihtiyacı olduğunu hissetti nedensizce. Doğru hissetmişti. Elini yanağına bastırdı ateşini yeniden hissetmek için Zeliha olayı çok yanlış anladı, yüzünü o avuç içine bastırdı yastık olarak kullandı.
“Emir hemen hastaneye götürmen gerekiyor. Ateşi ne kadar yüksek bilmiyorum. Ciddi bir şeye sebep olabilir.”
“Şimdi kapatmam lazım.” dedi Emir. Devamlı konuşan biri dikkatini dağıtıyor, Zeliha’ya odaklanamıyordu.
“Nasıl kapatmam lazım?”
“Kucaklayacağım, düşer telefon. Arayacağım ben seni.”
Daha fazlasını beklemeden kapattı ve tek parça olan vücudu zorlukla kaldırdı. Zorlayan ağırlığı değildi, Zeliha’nın kendini sıkı sıkıya kapatmasıydı. Zeliha’nın gözleri ancak kucaklanınca aralandı. Bir şeyler mırıldandı. Karmaşık kelimeler.
“Geldim Zeliha.” dedi Emir, sesini duyurabilmek için. Belki iyi hisseder diye. “Geldim şimdi hastaneye gidiyoruz.”
Kapıyı hali hazırda açık bırakmıştı, ayağıyla kapattı. Yedek anahtar zaten cebindeydi. Asansöre bindi giriş katına bastı. Zeliha nerede sıcaklık hissederse oraya yaklaştı. Emir’in boynuna doğru yaklaştı, yine konuşmak için çabaladı. Üşüdüğünü söylemek istiyordu. Kim olduğunu katları indikçe anlayabiliyordu. Sesinden, parfümünden… Emir’di. Yulaflı kurabiye sevmiyordu.
Ateşten olacak göz yaşları sıcak sıcak akıyordu bazen Emir’in boynuna. Devamlı konuşsa da genç adam tepki almıyordu. Kalbindeki ağırlığı taşımaktan daha kolaydı Zeliha’yı taşımak. Evden çıkarken iyiydi. Ne sebep olmuştu buna? Kendisi mi? Ne yapmıştı ki? Yulaflı kurabiyeyi almamıştı. Bu kadar hasta olmaya yeter miydi? Yetmemeliydi. Söz konusu Zeliha olursa yetebilirdi. Ya başka bir şey varsa? Başka biri üzdüyse? Kim? O. Bu kadar hastalığa daha büyük bir sebep arıyordu. Daha önemli birinin yaptığı bir kötülük.
Dudaklarını Zeliha’nın alnına bastırdı ama öpmek için değil ateşine bakmak için. Çok yüksekti. Dudaklarını Zeliha’nın alnına bastırmak. Güzeldi. Ateş için bile olsa güzeldi ama bunu düşündükten sonra yapmak yanlıştı. Hatta alçaklıktı. İçinden geçirdi ve bir daha hiç yapmadı. Arabasını açtı, Zeliha’yı dikkatle yatırdı. Başı boşluğa düşmesin diye üstündeki ince kabanı çıkardı ve katladı, başının altına koydu.
En yakın hastane neredeyse oraya sürdü arabayı. Defalarca kez seslendi, birkaç ince mırıltının ötesine gitmedi cevaplar. Sorguladı. Öfkelendi. Pişman oldu. Keşke otursaydı girmişken içeri, içseydi çayı ve yulaflı kurabiyeyi yeseydi. Eğer ki bunun sebebi başkaysa, başkasıysa, Emir’in elinde kalacaktı şimdi burada olsa. Zeliha’ya da kızmak istedi. Seni şimdiden bu kadar üzenle olur mu? Bilse asıl sebebi hiç böyle bir soru sorar mıydı?
Acilin kapısından hızla giren araçtan sonra sedye istemedi. Kucakladı, özel hastanenin aciline girdi. Etrafına gelen sağlıkçılara “Ateşi çok yüksek.” diyebildi. Bir sedyeye yatırıldı, gözlerine ışık tutuldu. Seslenildi. Emir kadar zarif değil. Oldukça yüksek sesle. Zeliha bu hareketlenmeye elle tutulur tepkiler verdi. Adını söyledi, kullanıp kullanmadığı bir ilaç var mı söyledi, gözlerini açtı, etrafa baktı, yabancılardan korktu ama Emir “Buradayım Zeliha.” Deyince rahatladı. Ona baktı her fırsatta. Damar yolu açılacağını anladığında mızmızlanmaya başladı. İğneleri sevmezdi. Hatta korkardı.
“Ben ilaç yutabiliyorum, ilaç verseniz olmaz mı?” dedi. Korku onu en çok canlandıran şey olmuştu. “Çok kısa sürecek Zeliha Hanım.” dedi hemşire. Zeliha’nın mızmızlanmaları ağlayışa doğru tırmanmaya başladı. Emir’e baktı. Elini kaldırdı bir şey yapsınlar diye. Bu Emir için kırılma noktasıydı. Doktorların durduğu yerden ayrıldı hızla Zeliha’ya vardı ama ondan isteneni yapmak için değil.
“Bakmazsan acımaz.” diye yalan söyledi. “İzin verelim işini yapsın hemşire.” Zeliha’nın yanağından tuttu kafasını kendinden yana çevirdi. Zeliha alnını Emir’in karnına bıraktı, kendini bu kadar kasmasa daha az acırdı canı. Dönüp iğnenin girişine bakmak istedi ama Emir izin vermedi. Beşten geriye sesli bir şekilde saydı. Çabuk geçeceğini hissettireceğini biliyordu.
“Bak bitti.”
Yapıştırılan banttan sonra serum bağlandı ve Zeliha yavaşça yatağa yatırıldı. Yavaş yavaş akan serum, önce üşümesini sonlandırdı, sonra bedenini gevşetti, uyuyakaldı ve ateşi zamanla düştü. Emir o sırada kaydını yaptırdı, Efsun’u aradı, Fetih’le konuştu, sonra geçti Zeliha’nın yanındaki koltuğa oturdu. Uyanmasını beklemedi. Bu şekilde izlemek daha rahattı. Zeliha’yı izlemek, Zeliha’yı izlerken uyuyakalmak, Zeliha’nın alnından ateşini ölçmek. Bu gecenin kazançları bunlardı.
Başını yasladığı duvarda rahat bir uyku uyuyor olmazdı ama uyku da denmezdi buna, ancak dalabilmişti. O yüzdendi ufacık bir hareketlilikte uyanması. Yataktan ön tarafa uzanmış su şişesini açmaya çalışan Zeliha’nın tek hedefi Emir’i uyandırmamaktı. Gece saat kaç, ne zamandan beri buradalar, serumu ne zaman bitecek, ateşi kaç derece bilmiyordu. Tek hissettiği susuzluktu. Emir’in açılan gözleri bir an olduğu yeri sorguladı. Hafızası üç saniye boyunca hatırlamadı hiçbir şeyi. Her şey yerli yerine oturduğunda hızla kalktı. “Dur dur.” dedi, damar yolu da sarkıyordu onunla. “Bekle ben veririm Zeliha. Susadın mı?”
Şişeyi aldı, açtı ama ona uzatmadı. Kendisi içirdi. Zeliha neredeyse üçte ikisini içti. İçi yanmıştı. Bu kez geçti. Emir Zeliha doyana kadar birkaç kez çekti, nefeslenmesine izin verdi.
“Yeter mi?”
Başını salladı genç kız. Emir uzanmadığını fark edince arkasındaki yastığı düzeltti sırtını yaslayana kadar bekledi. Birkaç dakika ikisi de sessizce boşluğu izledi. “Ateşin düştü, serumun bitince çıkaracaklarmış bizi.” Dalgın bakışlarla karşıyı izleyen kıza bakıyordu. Her uykudan uyandığında böyle olurdu. Tek bir noktayı izler, konuşmazdı.
“Karnın acıktı mı?”
Zeliha başını iki yana salladı.
“Karnın acıktı ama iştahın yok.”
Bunu da biliyordu, hastalandığında, strese girdiğinde, morali bozuk olduğunda yemek yemezdi. Acıkırdı ama yemezdi.
“Çıkışta yemek yemeye götüreyim mi seni?”
Zeliha başını daldığı boşluktan çekti ve Emir’e baktı. “Sen acıktın mı?” diye sordu. Sanki kendisi için sormuyordu. Onun da karnı acıkmıştı.
“Biraz. “ dedi Emir. Bunun karşılığında nasıl bir cümle duyacağını bilmiyordu.
“Yulaflı kurabiyeyi yeseydin acıkmazdın.”
Bu Zeliha’nın sersemleşmese kuracağı türden bir cümle değildi. İçinden geçirirdi ama söylemezdi. Emir’in suratına tokat gibi çarptı bu cümle. Bunca geçen saatte onun içini kemiren ihtimal diğer ihtimalleri ezdi geçti ve üste çıktı. Sarsıldı oturuşunu bile düzeltti Emir. Zeliha bu cümle ona pişmanlık hissettirecek kadar ayık değildi. Öylece gözlerinin içine bakıyordu adamın.
“Doğru söylüyorsun.” dedi Emir. “Seni bırakırken verirsen yeri…”
“Bitti hepsi.” diye kestirip attı Zeliha. Olduğu gibi duruyordu ama umurunda değildi.
“Nasıl bitti?”
Bitmediğini biliyordu. En azından dört tanesi hâlâ oradaydı. “Beğenmedim attım hepsini.”
“Hepsini mi?”
Yalan söylüyordu. Emir şaşkınlıkla Zeliha’ya baktı. Öylesine yalan söylüyordu ki diğer ihtimaller neredeyse artık yoktu.
“Hepsini. Bir daha da yapmam. Kötü olmuştu tadı.”
“Buna ben tadına bakmadan karar veremeyiz ki?”
“Sen yulaflı kurabiye sevmiyordun.” dedi Zeliha üstüne bastıra bastıra. Neredeyse ağlamak isteyecekti. Bir kurabiye onu ne kadar üzebilirse o kadar üzüyordu. “Öyle dedin. Ben de beğenmedim. Attım.”
Zeliha’nın meydan okuyan suratına baktı Emir. Şimdi atmadıysa bile eve gidince atacaktı. Emir’in ne yapıp edip o kurabiyeleri, en azından dört tanesini, alması gerekiyordu.
“Ben hayatımda hiç yulaflı kurabiye yemedim ki…”
Emir hali hazırda Zeliha’nın yumuşak karnına dokunmaya çalışıyordu ama dürüsttü de. O daha önce sahiden yulaflı kurabiye yememişti hiç.
“Ne diye sevmiyorum dedin o zaman?”
Emir sessiz kaldı. Cevap veremedi. Aklından geçenleri hatırlamak istemiyordu. Hangisi doğru hangisi yanlış bilmiyordu. Şayet doğruysa, bu ihtimali üç saniyeden fazla düşünmek ona kalbini kusturacak gibi oluyordu, siktir olup gitmeliydi gerekirse ve bunlara sebep olmamalıydı. Karşısında hayatında görüp görebileceği en kırılgan bir insan vardı. Emir öncesinde böylesine nahif, böylesine gönlü ince bir cam üzerinde olan bir kadın görmemişti ki. Onun annesi öyle değildi, iş hayatında gördüğü kadınlar öyle değildi, arkadaşları öyle değildi, yengesi öyle değildi…
Zeliha’yı bir kurabiyeyle bile un ufak edebilirdiniz. Çünkü Emir biliyordu, Zeliha öylesine hor görülmüştü ki annesi tarafından beğenilmemek, takdir edilmemek onu korkunç bir yetersizlikle kıvrandırırdı.
“Yalancı.” dedi Zeliha açıkça. “Hiç yememişmiş. Arkasında dur artık. Eski diyorsun durmuyorsun. Sevmiyorum diyorsun durmuyorsun. Bu yalancılık oluyor.”
Neredeyse ağlayacaktı bunları söylerken. Geri yattı yatağa, sırtını döndü Emir’e. Üzerindeki çarşafa iyice sarıldı. Çok öfkeliydi. Nedenini anlamıyordu ama dünyadaki tüm kurabiyelere ve tek bir Emir’e çok öfkeliydi. Hiçbir şey söylemedi başka. Emir de söylemez sandı. Yeniden uyuyacaktı çünkü serumunun bitmesine daha vardı ama Emir bir yerde konuştu.
“Bazen söyleyemiyor insan Zeliha. Hiç yemediği bir şeyi yemedim diyemeyince sevmiyorum diyor. Haklısın ama yalancılık bu.”
Konu hâlâ kurabiye miydi?
***
Nöbetçi bir eczanenin önüne park edilmiş bir arabada beklerken Zeliha Efsun ablasıyla konuşmuştu Emir arabadan indiğinden beri. Üstünde Emir’in kabanı, uslu uslu bekliyordu. Saat neredeyse sabaha geliyordu. Baş ağrısı ve vücut ağrısı dinmişti. En azından şimdilik. Ağrı kesici etkisini yitirince yeniden başlayabilirdi. Doktor öyle söylemişti. İlaçlar da onun için verilmişti.
Eczanenin kapısından çıkıp gelen adamı izledi Zeliha. Emir araca bindi ilaçları Zeliha’ya uzattı. “Hepsi tok karnıyla, günde kaç kere olduğu üstünde yazıyor ama ben çektim fotoğraflarını. Ararım seni.”
Aramasına gerek yoktu ama Zeliha hiçbir şey söylemedi. Arayacaktı zaten biliyordu. “Şimdi yemek yemeye gidelim, öyle bırakayım seni eve.”
“Direkt eve gidelim.”
“Yemek yapabilecek misin? Hayır. Ben yemek yapmayı biliyor muyum? Hayır. Yemek yemeye gidiyor muyuz? Evet.” dedi tane tane. Zeliha açtı, Emir midesinden gelen sesleri duyuyordu ama utandırmamak için sesini çıkarmıyordu. Zeliha o sesler duyulmasın diye öksürüyordu ama işe yaramıyordu. En son dün sabah kahvaltı yapmıştı.
Emir bildiği, öncesinde birkaç kez geldiği yere çekti arabayı. Zeliha inmeden açtı kapısını. İçinde körüklenmiş bir hizmet etme isteği vardı. Onun yüzündendi. Hiçbir şey yapmadan durursa kendine beddualar eder, küfürler savururdu. Zeliha için didinmek onu bunlardan alıkoyuyordu. Canını okuyacağı kişi kendisiydi, bir başkası değildi.
Zeliha pijamaları gözükmesin diye üzerindeki kabanın önünü ilikledi. Emir’i takip etmek istiyordu ama Emir inadına onu önden yürütüyordu, arkasından bırakmıyordu. Oldukça sakin olan yere girdiler, rastgele bir masaya oturdular. “Ne yemek istersin?” diye sordu genç kıza.
“Sen ne yemek istiyorsan söyle, ben de aynısından alacağım.”
“İki porsiyon Adana kebap, yanında ayranla salata.” dedi Emir ve tam çorbayı söyleyecekken Zeliha konuştu.
“Bana da mercimek çorbası. Kebap da tek porsiyon olsun.” dedi.
Bu taktiği Efsun’dan öğrenmişti. En başta söyleseydi Emir de yalnızca çorba isteyecekti. Emir düştüğü tuzakla öylece kalakaldı.
“Başka bir isteğiniz var mı?”
“Çorba da kebap da iki porsiyon.”
“Çorba iki porsiyon kebap bir porsiyon.”
“Kardeşim sen benim dediğimi yap, ikisi de ikişer porsiyon.”
Çocuk iki arada bir derede iki kişiye bakarken sonunda Emir’in dediğini not aldı ve ayrıldı yanlarından.
“Ben kebap sevmem.” dedi Zeliha.
“Yalancı.”
En az yulaflı kurabiye kadar yalandı bu da. “Sensin yalancı.”
“Benim de yalancı ama sen yalancı olma. Bak iyi bir şey değil.”
Zeliha cevap vermedi, döndü camdan caddeyi izledi. Laf yetiştiremiyordu bu kadar yorgunken. İlaçlar da gerginlik yapmıştı, devamlı kötü söz diyesi geliyordu, tutamıyordu ağzını hiç.
“Telefonum evde mi kaldı benim?”
Saate bakmak istiyordu bakamıyordu. Emir’e de sormak istemiyordu. Yalancılar saati de yanlış söylerdi. Emir’in iştahı bir bıçak gibi kesildi.
“Evet.” dedi kısık sesle. “Yani bilmem, görmedim.”
Uzun saatlerdir cevap verilmeyen bir mesaj devamında aramaları getirirdi. Aramalar… Dişlerini birbirine sürttü ve Zeliha’ya baktı. Dayanamadı sordu. “Birinden telefon mu bekliyordun?”
“Bu saatte kimden telefon bekleyebilirim?”
“Ne bileyim.” diye kıvrandı Emir. Eline bir peçete aldı, ondan hızlı hızlı şekiller yapmaya başladı. Susması gerekiyordu, susmasa ne olacağını görmüştü. “Belki biri mesaj atmıştır da cevap vermeyince sen meraklanmıştır.”
Elindeki peçete zaman geçtikçe bir lale şeklini alıyordu. Gözünü bir an bile çekmiyordu peçeteden. “Yasemin çoktan uyumuştur. Başka da yazacak kims…” Zeliha neden bu kadar uzun uzadıya açıklıyordu ki? Sustu. Emir’in o peçeteden ayrılmayan gözlerini kendine çevirtti. “Saate bakmak için sormuştum.” dedi.
Emir dilinin ucuna gelen cümleyi zorlukla yuttu. Doyacak kadar büyük bir soruydu bu. Niye devam etmiyordu cümlesine? Başka da yazacak kimse yok mu diyecekti? Niye dememişti? Aklına biri geldiği için mi susmuştu yoksa gerek mi duymamıştı.
“Bana sorabilirsin saati.” dedi Emir’in içi içini kemirirken. Artık elindeki peçeteden laleye bakan Zeliha’ydı.
“O konuda da yalan söylersin sen şimdi.”
Göz göze geldiler. Zeliha adeta hasta haliyle Emir’le savaşmak istiyordu ama karşılık alamıyordu. Zeliha dikkate alınmadığını sanıyordu Emir ona kıyamıyordu.
“Doğrusunuz Zeliha Hanım.” dedi kasten. “Ama kendiniz de bakabilirsiniz. Telefonum emrinize amade.”
Hislerini öylesine çabuk yaşıyordu ki Zeliha, bu denli üzüntüyle hasta olması, bir hanım kelimesiyle öfkelenmesi… Emir öylece onu izliyordu.
“Ay yine hanım demeye başladı. Sinirlerimi çok bozuyorsun.”
“Özür dilerim Zeliha Hanım.”
Zeliha’nın titreyen elleriyle peçeteye uzanmasını izledi. Onun lalesine karşılık Zeliha küçük parçalara ayırdı peçeteyi. Siparişler masaya gelirken Zeliha “Onlar Emir Bey’in.” dedi ve kebapları ona yöneltti. Emir’in alttan alttan güldüğünü görse sinirden yan masadaki peçeteleri de parçalayacaktı. Sessiz sessiz yemeklerini yediler. En azından çorbaları bitene kadar sessizdi. Kebap kısmında olay çirkinleşti İstanbul’a kadar arama bile yapıldı. Zeliha ancak nöbetteki Efsun ablasından uyarı alınca yedi yemeğini.
Eve varana kadar da konuşmadılar. Emir konuştu da Zeliha cevap vermedi. Eve vardılar, Emir ilaçlarını içirdi ilk. Sonra yarın geleceğini söyledi, çıkmadan önce balkona gitti. Dört tane yulaflı kurabiye kabını aldı ve çıkışa yöneldi.
“Hayır ver onları bana.” dedi ama Emir dinlemedi.
“Dinlen sen geleceğim yarın sabahtan.” birkaç saate gelmesinden bahsediyordu. Zeliha’nın ağrıları yeniden başlamadan burada olmalıydı. “Bir şey olursa ara beni.”
“Ver kurabiyelerimi dedim.” Zeliha elinden almak istedi, hatta biraz saldırganlaştı ama Emir adeta kaçtı gitti. Kurabiye hırsızıydı.
Zeliha nefes nefese içeri girerken az önce çıkardığı siyah Emir’in kabanına baktı. Kabanın cebinden peçeteden yapılan lale sarkıyordu. Düşmek üzereydi.
Yorum ikonuna tıklandığında da buraya atarsa güzel olur sevgili yazarım. Kolay gelsin🙏🏻☺️ Ben IT alanında çalışıyorum, bu konu hakkında önerilerimi istersen istediğin zaman iletişime geçebiliriz.
Ellerinize sağlık site için, sabırsızlıkla bekliyorum bölümleri. 🌸
Yeni bölüme hasret kaldımmmm